Romanları büyük ilgi gören Bahadır Yenişehirlioğlu son yazdığı romanı Antikacı’da Manisa’nın önemli değerleri arasında kabul edilen Tarihi Manisa Kebapçısı ve Ayn-i Ali'ye de yer verdi.
Romanları ve oyunculuğu ile Türkiye'de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu, Antikacı Cemil Bey’in gerçek manada bir hesaplaşma hikâyesini ele aldığı ‘Antikacı’ adlı son romanında Manisa’nın iki tarihi değerine yer verdi. 235 sayfalık romanda yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi olan Ayn-i Ali Kahvesi ile 1927 yılından beri hizmet veren ve Tarihi Manisa Kebapçısı olarak da bilinen Kebapçı Ali yer alıyor. Kebapçı Ali’de babası rahmetli Hacı Ali Onaylı’nın mesleğini devam ettiren İbrahim Onaylı romanı kitapta yazan duvara asılı antika tüfeğinin altında okudu. Onaylı, “Şahsım adına da, rahmetli dedem ve babam adına da çok mutlu olduk. Manisa’nın tarihi değerlerinden biri dükkanımız. Aynı zamanda dedem bu yemeğin icatçısı. Bizim için de farklı bir boyutta. Böyle güzel bir kitabın içinde dükkanımızın isminin tarihe not düşürülmesi bizleri çok mutlu etti. Burada hem hemşehrimiz, hem dostumuz olan Bahadır Yenişehirlioğlu’na teşekkür ediyorum. Manisa adına da teşekkür ediyorum. Neticede Manisamızın da ismi bu romanda geçmiş oldu. Aynı zamanda Ayn-i Ali dediğimiz Manisamızın güzel mekanlarından biri de romanın içinde geçiyor. O da bizi çok mutlu etti. Manisa’nın iki tarihi değeri romanda yer aldı. Başarılarının devamını diliyoruz. Çok yönlü bir kişiliği var. Konferanslar veriyor, kitaplar yazıyor” dedi.
MANİSA’NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Romanda yer alan bir bölümde şunlar anlatılıyor: Ayn-i Ali Kahvesi, gençlik yıllarında Cemil ve Süreyya’nın hayallerini eteklerinden sürüyerek getirdikleri buluşma mekanlarıydı. Tam anlamı ile hayallerin hasat alanı. Sanat müziği ve tasavvuf tınılarının kulaklarında bıraktığı hoş sedalarla kahvelerini yudumlarken bir yandan da zaman içinde yolculuğa çıktıkları bir uçan halıydı Ayn-ı Ali. 145 yıllık geçmişi, aydın müşteri kitlesi ve işletmecisi ile ulvi bir mekândı burası. Karpuz lambaları, taş aynalı konsolu, pembe, ebruli, sarı ve beyaz lokumlukları, farklı büyüklükteki tespihleri, kılıçları, bastonları, pirinç mangalları, türlü renkte tavandan sarkan avizeleri ile şarkın tüm büyüsünü taşırdı. Kebapçı Ali’nin yeri ise dünya savaşı görmüş, işgal yıllarına tanıklık etmiş nesilden nesile devam eden yeni hanın ağzında tarihi bir mekândı. Bir gün bile müşterilerinden esirgememişti kebaplarını ve mis gibi tereyağlı köftelerini. Önceleri kuyruk yağlı, sonraları tereyağlı köftelerini Giritli İbrahim Usta’dan öğrendiklerinden beri sunmaya devam etmiş, ne çok insanı konuk etmiş ve bir araya getirmişti. Süreyya’nın da buraya özel bir tutkunluğu vardı. En büyük özelliği kebabın içinde hiçbir katkı malzemesi olmamasıydı. Hayvanın en güzel yerlerini alırlar, özellikle ön kol kısmından kuzu etiyle karıştırırlardı. Sonra güzelce kıyar, sinirleri iyice ayıklanmış bir vaziyette tuzla yoğurup şişlere saplarlardı. Kömür ateşinde pişirdikleri bu kebabın lezzetini Süreyya anlata anlata bitiremezdi. Etine dolgun olmasının sebebi biraz da buydu. Arkadaşının ruh ikizi Süreyya. Cemil’in yıllar sonra “Ondaki cesaret bende olsaydı, ama hiçbir zaman olmadı, olamadı” dediği Süreyya. Cemil İbn Battuta’yı ilk ondan dinlemişti, sonrasında hep hayallerinin kahramanı olmuştu. Bir gün öğle yemeği sularında Ayn-ı Ali Kahvesi’ne gitmeden önce Süreyya ile Cemil, Kebapçı Ali'nin mekânında yemek yemek için sözleşmişlerdi. Öğle saatlerinde Kebapçı Ali’nin kapısından içeri girdi Cemil. Süreyya’yı her zamanki gibi duvarda asılı antika tüfeğin altındaki masada oturur buldu. Elindeki kitaba dalmış, adeta Satırları içiyordu. Süreyya Cemil’i burnunun dibine kadar geldiği halde fark etmemişti. Cemil, Süreyya'nın omzuna dokundu hafifçe...
Yorum Yazın