Samos, Ege kıyısının hemen dibinde mavinin ve yeşilin her tonuna bürünmüş, tüm güzelliği ile uzanan minik bir adadır. Oraya turistik amaçla gidenler, limandaki, bir eli gökyüzüne doğru uzanan ve kendi adıyla anılan üçgene atıfta bulunularak yapılmış, Pitagoras heykelini görmüşlerdir. Bir de her butik dükkânda karşısına çıkan Pitagoras kupasını hatıra olarak almadan dönen yoktur sanırım. Bir zamanlar bu büyük filozofun yaşadığı Samos adasında her adımda ondan izler görmek mümkündür.
Pitagoras’ın adalet kupası (Dikea Koupa) ilginç bir yapıya sahiptir. Ters çana benzeyen kupanın altı delik olmasına rağmen içine doldurulan sıvı asla dökülmez. Ta ki kupanın içinde bulunan sınır belirleyiciyi geçene kadar… Eğer onu bir damlacık bile geçerseniz, kupanın içindeki tüm sıvı altta var olan delikten akıp gider. Matematik dehası ve ölçülüğü ile tanınan filozof, bu ilginç kupası ile bize çok derin bir mesaj bırakmıştır. “Az her zaman fazladır” Elindeki olan ile yetinmez daha fazlasına gözüne dikersen var olanı da kaybedersin. Hırslarımızın ve aç gözlülüğümüzün, kaybetmeye mahkûm olduğu bu kadar çarpıcı somut başka bir şekilde anlatılamazdı.
Adalet kupası iki bin beş yüz yıl öncesinden sesleniyor bize daha fazlasına sahip olmaya çalışmak tüketir diye. Oysa şimdilerde viral veya direk algımıza giren her slogan ihtiyacımız olmayan her bir şeyi olmazsa olmaz gibi sunuyor bize. Rekabet etmek, en en en olmaya çalışmak erdem gibi sunuluyor. Ne kadar da dikkat etsek “daha fazlası” bir yerlerden bulaşıyor hepimize… Düşünmeksizin daha fazlasına sahip olmak istiyoruz. Moda diye alıp kullanmadığımız giysiler, yeni modeli çıktı diye kullanmadan attığımız eşyalar, dolaba doldurup elimizi bile sürmeden çöpe koyduğumuz besinler… Sadece eşyaya yaklaşımımız değil tüketim ile ilişkili olan. İnsani bağlara da, ilişkilere de, işimize de aynı hırsla, aynı sahip olma içgüdüsü ile yaklaşımımız tüketiyor bizi sonunda… Adaleti hem kendimizde hem bizi çevreleyen her bir şeyde gözetmezsek bir de bakıyoruz elimizden kayıp gitmiş hak etmiş olduklarımız da…
Sonra diyoruz ki hayal kırıklığı ve umutsuzlukla “Dünya böyle” Esasında Dünya böyle değil. Biz ne durumda isek aynamız olan Dünya da o durumda. Tıpkı şu küçük hikâyede bahsedilen gibi: Baba işten eve yorgun gelmiştir. Küçük oğlu ise birlikte oynamak için verdiği sözü hatırlatır babasına. Bunun üzerine vakit kazanmak için gazetedeki dünya resmini parçalara ayırıp verir çocuğuna, der ki “ Bunu birleştir. Ondan sonra oynayalım” beş dakika sonra dünya resmi tam olarak birleştirilmiş bir şekilde gazete kâğıdını gururla verir babasına küçük çocuk. Babası hayretle sorar “Bu kadar sürede bunu nasıl yaptın?” Çocuk gülümseyerek “ Gazetenin arkasında bir insan resmi vardı. Onu düzeltip birleştirince Dünya da düzeldi” Kısaca anahtar insanda. Hırslarımızı, aç gözlülüğümüzü bir yana bırakıp, kendi doğamıza ve çevremizi oluşturan her unsura adalet ile davranmayı, haddi aşmamayı başardığımızda anlayacağız ihtiyacımız olan her şey bollukla var: Az her zaman fazladır, biz yeterli olduğumuzda.
Pitagoras’ın adalet kupası (Dikea Koupa) ilginç bir yapıya sahiptir. Ters çana benzeyen kupanın altı delik olmasına rağmen içine doldurulan sıvı asla dökülmez. Ta ki kupanın içinde bulunan sınır belirleyiciyi geçene kadar… Eğer onu bir damlacık bile geçerseniz, kupanın içindeki tüm sıvı altta var olan delikten akıp gider. Matematik dehası ve ölçülüğü ile tanınan filozof, bu ilginç kupası ile bize çok derin bir mesaj bırakmıştır. “Az her zaman fazladır” Elindeki olan ile yetinmez daha fazlasına gözüne dikersen var olanı da kaybedersin. Hırslarımızın ve aç gözlülüğümüzün, kaybetmeye mahkûm olduğu bu kadar çarpıcı somut başka bir şekilde anlatılamazdı.
Adalet kupası iki bin beş yüz yıl öncesinden sesleniyor bize daha fazlasına sahip olmaya çalışmak tüketir diye. Oysa şimdilerde viral veya direk algımıza giren her slogan ihtiyacımız olmayan her bir şeyi olmazsa olmaz gibi sunuyor bize. Rekabet etmek, en en en olmaya çalışmak erdem gibi sunuluyor. Ne kadar da dikkat etsek “daha fazlası” bir yerlerden bulaşıyor hepimize… Düşünmeksizin daha fazlasına sahip olmak istiyoruz. Moda diye alıp kullanmadığımız giysiler, yeni modeli çıktı diye kullanmadan attığımız eşyalar, dolaba doldurup elimizi bile sürmeden çöpe koyduğumuz besinler… Sadece eşyaya yaklaşımımız değil tüketim ile ilişkili olan. İnsani bağlara da, ilişkilere de, işimize de aynı hırsla, aynı sahip olma içgüdüsü ile yaklaşımımız tüketiyor bizi sonunda… Adaleti hem kendimizde hem bizi çevreleyen her bir şeyde gözetmezsek bir de bakıyoruz elimizden kayıp gitmiş hak etmiş olduklarımız da…
Sonra diyoruz ki hayal kırıklığı ve umutsuzlukla “Dünya böyle” Esasında Dünya böyle değil. Biz ne durumda isek aynamız olan Dünya da o durumda. Tıpkı şu küçük hikâyede bahsedilen gibi: Baba işten eve yorgun gelmiştir. Küçük oğlu ise birlikte oynamak için verdiği sözü hatırlatır babasına. Bunun üzerine vakit kazanmak için gazetedeki dünya resmini parçalara ayırıp verir çocuğuna, der ki “ Bunu birleştir. Ondan sonra oynayalım” beş dakika sonra dünya resmi tam olarak birleştirilmiş bir şekilde gazete kâğıdını gururla verir babasına küçük çocuk. Babası hayretle sorar “Bu kadar sürede bunu nasıl yaptın?” Çocuk gülümseyerek “ Gazetenin arkasında bir insan resmi vardı. Onu düzeltip birleştirince Dünya da düzeldi” Kısaca anahtar insanda. Hırslarımızı, aç gözlülüğümüzü bir yana bırakıp, kendi doğamıza ve çevremizi oluşturan her unsura adalet ile davranmayı, haddi aşmamayı başardığımızda anlayacağız ihtiyacımız olan her şey bollukla var: Az her zaman fazladır, biz yeterli olduğumuzda.
Facebook Yorum
Yorum Yazın