Okumaya düşkün biriyseniz, etrafta yazılı ne varsa okumaya eğilimli oluyorsunuz. Her nerede olursanız, harfler anında retinaya düşüyor ve beyinde o kelimelerle alakalı yığılmış anlamların yaptığı, çağrışımların hücumuna uğruyorsunuz ister istemez. Küçük bir kâğıt parçası, takvim kenarı, broşür, duyurular, tabelalar, reklam panoları…
Araç yol alırken pencereden dışarı bakıyorum. Tabelalar, duyurular, büyük gösterişli esaslı sloganlarla donatılmış reklam panoları… Tabelalardan birinde “ Aşk ile Yap’maktan” bahsediyor. Bir ara milli marşa dönmüş şarkı aklıma düşüyor “Ne yaparsan yap, aşk ile yap” Sonra herkesin, işini aşkla yapmanın önemini uzun gerekçelerle anlattığı sahneler akıyor zihnimden. Tabela da yazılı duran “Aşk ile Yap’mak” bir anda soluklaşıp anlamını yitiriveriyor o anda. Onun ardındaki hesaplı, kitaplı, planlı yüz sırıtarak diyor ki; Ben tüketim olmadan yaşayamam. Uzun yıllardır birçok şeyi malzeme yaptım tükettirmek için. İnsanın hayır diyemeyeceği bir yan buldum hep. Ürünümü satmak için, içi boşalana kadar o kavramı kullandım. O bitince başka bir kavram, sonra başka bir kavram… Şimdi “AŞK” ın adı var kendi yok. (Şu ana kadar kullandığım tüm değerler gibi) Ürünüme sahip olunca, o değere de sahip olacağı sanrısı yaratarak büyüdüm. Anlam, değer sunmak bahane, tükettirmek şahaneydi…
Tükettirme yaratığı hal dili ile konuşurken, çocukluğuma gitti aklım bir anda. Büyük, sevgi dolu bir gülümseme kapladı yüzümü. Bana şiir yazmış ilk kişiydi, annemin dayısı. Gazeteci, şair ve yazar. Hatıralarımda, naifliği, kibarlığı, sevecenliği ile yer etmiş. Bize her geldiğinde şiirler okurduk birlikte… Annemden dinlemiştim onun ilk gençlik aşkını ve çok etkilenmiştim. Annemin dayısı ortaokul yıllarında, sıra arkadaşının evine ders çalışmaya gidip gelirken, arkadaşının kız kardeşine gönlünü kaptırır. Aşkı karşılıksız değildir. Bir zaman sonra zorla ikna olan aileler bir küçük nişan yaparlarsa da bu uzun sürmez. Genç âşıkları ayırırlar. Kız üzüntüden yataklara düşer, ellili yılların sonunda veremin tedavisinde henüz yol alınamamıştır. Kızın durumu iyice kötüleşmeye başlayınca aileler vicdan yapıp rıza gösterirler evlenmelerine. Annemin dayısı, öleceğini bile bile evlenir aşkıyla. Sevdiceğini, yıkar, saçlarını tarar, elleriyle yemeğini yedirir, kucağında doktora götürüp getirir… Sevgiyle, övgüyle bakımını yapar. Sekiz ay kadar evli kalırlar. Kız ölür. Annemin dayısı her gece sevdiğinin mezarına sarılır yatar. Ağaçlarla, çiçeklerle donatır orayı. Bu uzun aylar boyunca devam eder. Mezarlıktan çıkaramadıkları için polis zoru kullanmaya başlarlar…
Bu yaşanmış olayın birçok tatlı ayrıntısı var, ama bu hali ile bile masal gibi geldi değil mi? Şimdiki hızlı tüketim aşklarına, beklentiyi doyurmaya, vermeye değil de almaya odaklı, kolaya kaçan, heyecansal günümüz aşkları ile pek bir ortak noktası yok. Ayrıca AŞK bir bütündür. İnsana veya bilime, sanata her neye yönlenmiş olursa olsun, çaba ve emek ister… Ve sizi olduğunuzdan çok daha iyi ve yüce bir hale dönüştürme kudretine sahiptir. Aşk ise yaşadığınız, savrulmazsınız, bütünlenirsiniz.Tüketim zemininden çıkan her şey ise yaşanan süreç ve etkileşimden sonra boş, dağınık ve anlamsız bırakır….Şimdi düşünün yaptığınız işi, sevdiğiniz kişiyi, aldığınız yolu, aşk ile mi?
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın