Eğer alışkanlığın ağır perdesi inmediyse gözlerimize ve her şey hep aynıdır diye bakmıyorsak etrafımızı saran gökyüzüne, buluta, her gün karşılaştığımız insanlara, yolumuzun üzerindeki sarmaşıklara, ağaçlara, kediye, kuşa… Her gün aynı yollardan geçiyor da olsak hiçbir şey aynı değildir aslında. Her bir varlık birer öğretmendir, bir mesajı, bir hikayesi, söyleyecek bir sözü vardır açık durana. Adlarını, nerede yaşadıklarını, ne yaptıklarını, bilmediğimiz insan manzaralarının kısa bir anlığına tanıklık ettiğimiz hikayeleri de çok şeyler anlatır hal dilince insana…
İşte böyle bir anlık tanıklık çok etkiledi ve düşündürdü bir akşam üstü yolumun üstünde karşıma çıkan. Mesaj kaygıları olmadan ve nasıl bir mesaj verdiklerini bilmeden geçip gittiler akşamın alacasında akan kalabalığın arasında.
Çok kalabalıktı, iğne atsan yere düşmez hani. Orta yaşlarını geçmiş, yaşlılığın gençliğinde, esmer, dikkat çekmeyecek kadar ortalama, bir adamdı. Kısa boylu saçları özensizce at kuyruğu yapılıvermiş etine dolgun bir hanımı, kalabalıktan ve olası her şeyden korumak için sarmıştı. Dünyadaki en muhteşem ve göz alıcı sanat eserine bakar bir ifade vardı yüzünde. Sevgisi ile sarmaladığı dünyanın en güzel ve zarif kadınıydı.’ifadesi. Oysa birazdan kalabalıklara karışsa dikkati çekecek hiçbir albenisi yoktu kadının. Kadın adama ise aynı büyülenmişlikle ve güvenle ışıldayan bir yüzle bakmaktaydı. Gözlerine baktığı dünyanın en yakışıklı ve güçlü adamıydı. . Birbirlerini sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda, zihinsel ve duygusal olarak da sarmaladıkları aşikardı. Etraflarında birileri var mıydı, yok muydu? Farkında değillerdi. Dünyadaki tek kadın ve erkek kendileriydi orada.
Kısa bir an tanıklık ettiğim bu görüntü hoşnutluk bıraktı ardında. Ne harika dedim içimden bunca maruz kalığımız imaj ve beden kültüne rağmen gerçek AŞK kazanmıştı bu erkek ve kadında. Üstelik genç ve fit görünmenin, saçından topuğuna kadar modanın belirlediği kadın ve erkek görünümüne bürünmenin, başlı başına ekonomik bir sektör olup dayatıldığı zamanda. Bir kadın ve bir erkek birebirlerini olduğu gibi kabul ederek, severek doğal bir bağ kurabiliyorlardı.
Kalabalık şehirler ne çok yalnız kadın ve erkekle dolu. Ve her birinin cebinde uzun bir liste halinde taşıdıkları esasında kendilerine ait olmayan ve de hiç ihtiyaç duymayacakları kriterler dizisi. Ne çok pazarlık dilek şart ön koşul-son koşul, hesap-kitap, gereklilik kipi var bir ruh ile bir başka ruh arasında. Belki de beklentiler, çıkarlar, bağımlılıklar, yoksunluklar takas ediliyor bir bağ kurulduğunda.
Derin sevgi bağı kurmak düz matematik hesabıyla işlemiyor hayatta. Oysa ne çok özlem duyuluyor saklamadan gizlemeden ruhunu bir başka ruhla kavuşturmaya. Mükemmel olmaya değil ama gerçekçi ve samimi olmaya, çokça emeğe ihtiyaç var söz konusu sevgi olunca. Kendini tanımak, kendini sevmek, kendini geliştirmeye açık olmakla, gerçek bir sevgi bağı kurabilme becerisi eş zamanlı ilerliyor. Erich Fromm ‘un dediği gibi: “Ancak kendini tanımış ve olgun bireyler gerçekten sevebilirler…Sevgi ancak iki insan birbirine varlıklarının özünden bağlanır, her biri kendisinin varlığını özünden tanırsa gerçekleşir” Özünü tanıyarak, özünden sevebilmeyi başarmak dileğiyle.
İşte böyle bir anlık tanıklık çok etkiledi ve düşündürdü bir akşam üstü yolumun üstünde karşıma çıkan. Mesaj kaygıları olmadan ve nasıl bir mesaj verdiklerini bilmeden geçip gittiler akşamın alacasında akan kalabalığın arasında.
Çok kalabalıktı, iğne atsan yere düşmez hani. Orta yaşlarını geçmiş, yaşlılığın gençliğinde, esmer, dikkat çekmeyecek kadar ortalama, bir adamdı. Kısa boylu saçları özensizce at kuyruğu yapılıvermiş etine dolgun bir hanımı, kalabalıktan ve olası her şeyden korumak için sarmıştı. Dünyadaki en muhteşem ve göz alıcı sanat eserine bakar bir ifade vardı yüzünde. Sevgisi ile sarmaladığı dünyanın en güzel ve zarif kadınıydı.’ifadesi. Oysa birazdan kalabalıklara karışsa dikkati çekecek hiçbir albenisi yoktu kadının. Kadın adama ise aynı büyülenmişlikle ve güvenle ışıldayan bir yüzle bakmaktaydı. Gözlerine baktığı dünyanın en yakışıklı ve güçlü adamıydı. . Birbirlerini sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda, zihinsel ve duygusal olarak da sarmaladıkları aşikardı. Etraflarında birileri var mıydı, yok muydu? Farkında değillerdi. Dünyadaki tek kadın ve erkek kendileriydi orada.
Kısa bir an tanıklık ettiğim bu görüntü hoşnutluk bıraktı ardında. Ne harika dedim içimden bunca maruz kalığımız imaj ve beden kültüne rağmen gerçek AŞK kazanmıştı bu erkek ve kadında. Üstelik genç ve fit görünmenin, saçından topuğuna kadar modanın belirlediği kadın ve erkek görünümüne bürünmenin, başlı başına ekonomik bir sektör olup dayatıldığı zamanda. Bir kadın ve bir erkek birebirlerini olduğu gibi kabul ederek, severek doğal bir bağ kurabiliyorlardı.
Kalabalık şehirler ne çok yalnız kadın ve erkekle dolu. Ve her birinin cebinde uzun bir liste halinde taşıdıkları esasında kendilerine ait olmayan ve de hiç ihtiyaç duymayacakları kriterler dizisi. Ne çok pazarlık dilek şart ön koşul-son koşul, hesap-kitap, gereklilik kipi var bir ruh ile bir başka ruh arasında. Belki de beklentiler, çıkarlar, bağımlılıklar, yoksunluklar takas ediliyor bir bağ kurulduğunda.
Derin sevgi bağı kurmak düz matematik hesabıyla işlemiyor hayatta. Oysa ne çok özlem duyuluyor saklamadan gizlemeden ruhunu bir başka ruhla kavuşturmaya. Mükemmel olmaya değil ama gerçekçi ve samimi olmaya, çokça emeğe ihtiyaç var söz konusu sevgi olunca. Kendini tanımak, kendini sevmek, kendini geliştirmeye açık olmakla, gerçek bir sevgi bağı kurabilme becerisi eş zamanlı ilerliyor. Erich Fromm ‘un dediği gibi: “Ancak kendini tanımış ve olgun bireyler gerçekten sevebilirler…Sevgi ancak iki insan birbirine varlıklarının özünden bağlanır, her biri kendisinin varlığını özünden tanırsa gerçekleşir” Özünü tanıyarak, özünden sevebilmeyi başarmak dileğiyle.
Facebook Yorum
Yorum Yazın