Zamanın en ünlü kralı, vezirini çağırır bir gün huzuruna ve der ki: “Bana öyle bir şey bul ki en çaresiz anımda tesellim olsun. Zafer kazandığım en güçlü ve mutlu anımda beni zafer sarhoşluğundan korusun.” Vezir bu zor göreve peki der ve günlerce düşünür ne yapacağını. En sonunda bir yüzük yaptırır, üzerine bir söz yazdırır, çıkar kralın huzuruna, sunar bulduğu çareyi ona. Kral yüzüğe bakar, gülümseyerek okur üzerine kazınmış sözü: “Bu da geçecektir!”
Küçüklüğümüzde hangi masaldan bilinçaltımıza sızdı da sonsuza kadar sürecek sanıyoruz her bir şeyi. Oysa her şey geçer, her şey biter, her şey bir başka şeye evrilir. Heraklitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimdir” Her bitiş bir başlangıçtır aslında. Tohum ölür, bitki doğar. Çiçek ölür, meyve doğar. Tırtıl ölür, kelebek olur uçar. Hangi durum, hangi olay, hangi duygu sabit kılınabilir ki yaşamın sürekli akan sonsuz ırmağında. Belki de insanın acısı ve trajedisi bu: Sürekli akan, yenilenen, dönüşen bir yasaya sahip yaşamda geçici olana kalıcı muamelesi yapması. Yaşamın kalıcı özüyle, geçici olanı ayırt etmeyi başaramaması.
Ne kadar tükenmez sanıyoruz içinde yaşarken anlarımızı. Zor bir durumdayken sanıyoruz ki kuyunun dibine düştük oradan çıkış yok artık, bütün kapılar kapalı, bütün çareler tükenmiş… Oysaki beş yıl önce sorun ettiğimiz, çözülemez sandığımız her şey çözülmedi mi? On yıl önceki acı veren şeylere olgun bir gülümsemeyle bakmıyor muyuz artık? Aynı anlamı taşıyor mu bizim için zor dediğimiz şeyler. Dünün zoru bugünün kolayı değil mi bizim için? Şimdi çıkış yok sandığımız, çözemediğimiz, acı veren her şey eninde sonunda payını alacak evrilmekten, kapılar açılacak, düğümler ve zorluklar son bulacak.
Yeryüzünden gökyüzüne baktığımızda sabit olarak kabul ettiğimiz yıldızlar bile sabit değil. Bizim görece küçük hayatlarımız için sabit sadece onlar. Binlerce yıllık döngülerle hareket etmekteler. Dünya, uzay boşluğunda hareket ederken ritimli döngüleri izlemekle beraber güneş sistemi içinde uzunca bir yolu aynı zamanda, Samanyolu galaksisi ile uzay boşluğunda daha da büyük bir yolu izlemekte. Dünya üzerindeyken bile aynı yerden geçmiyoruz hiçbir defasında… Uzay boşluğundaki dünya yolculuğumuz bile başka mecralarda…
Bedenimiz en yakın olduğumuz, en tanıdığımız, en somutumuz. O bile farklı zaman hızlarında değiştiriyor kendini. On beş yıl önceki biz, biz değiliz. Gözümüzdeki kornea tabakası ve beyin hücrelerimiz hariç hepsi kendini yeniliyor, değiştiriyor aslında. O halde bedenimizden başlayıp uzaya kadar bu denli çok değişkende hangi kalıcı olanın peşine düşmek gerekiyor yaşamda?
Bir filozofun harika bir sözü vardır, kendime sonsuza kadar sürecekmiş yanılgısı yaratan zor zamanlarda hatırlattığım: “Anılar gitsin, tecrübe kalsın!” (D.S. Guzman)
Birlikte ördüğümüz belki biraz büyüklere özgü ama esasları küçüklüğümüzdeki gibi işleyen bu evcilik oyununda tek öğrenmemiz gereken bu: İçimize ne kadar derinlik kazandırdığı, sevme ve anlayış gösterme kapasitemizi büyütüp büyütmediği, bakış açımızı genişletme derecesi, ayırt etme becerisi geliştirmesi….Çok değişkenli yaşam yolculuğunun içinden geçerken elimizde tek kalıcı olan;Yaşadıklarımızın özümüze kattığı anlam ve bu anlamla güzelleştirdiğimiz yaşam…
Küçüklüğümüzde hangi masaldan bilinçaltımıza sızdı da sonsuza kadar sürecek sanıyoruz her bir şeyi. Oysa her şey geçer, her şey biter, her şey bir başka şeye evrilir. Heraklitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimdir” Her bitiş bir başlangıçtır aslında. Tohum ölür, bitki doğar. Çiçek ölür, meyve doğar. Tırtıl ölür, kelebek olur uçar. Hangi durum, hangi olay, hangi duygu sabit kılınabilir ki yaşamın sürekli akan sonsuz ırmağında. Belki de insanın acısı ve trajedisi bu: Sürekli akan, yenilenen, dönüşen bir yasaya sahip yaşamda geçici olana kalıcı muamelesi yapması. Yaşamın kalıcı özüyle, geçici olanı ayırt etmeyi başaramaması.
Ne kadar tükenmez sanıyoruz içinde yaşarken anlarımızı. Zor bir durumdayken sanıyoruz ki kuyunun dibine düştük oradan çıkış yok artık, bütün kapılar kapalı, bütün çareler tükenmiş… Oysaki beş yıl önce sorun ettiğimiz, çözülemez sandığımız her şey çözülmedi mi? On yıl önceki acı veren şeylere olgun bir gülümsemeyle bakmıyor muyuz artık? Aynı anlamı taşıyor mu bizim için zor dediğimiz şeyler. Dünün zoru bugünün kolayı değil mi bizim için? Şimdi çıkış yok sandığımız, çözemediğimiz, acı veren her şey eninde sonunda payını alacak evrilmekten, kapılar açılacak, düğümler ve zorluklar son bulacak.
Yeryüzünden gökyüzüne baktığımızda sabit olarak kabul ettiğimiz yıldızlar bile sabit değil. Bizim görece küçük hayatlarımız için sabit sadece onlar. Binlerce yıllık döngülerle hareket etmekteler. Dünya, uzay boşluğunda hareket ederken ritimli döngüleri izlemekle beraber güneş sistemi içinde uzunca bir yolu aynı zamanda, Samanyolu galaksisi ile uzay boşluğunda daha da büyük bir yolu izlemekte. Dünya üzerindeyken bile aynı yerden geçmiyoruz hiçbir defasında… Uzay boşluğundaki dünya yolculuğumuz bile başka mecralarda…
Bedenimiz en yakın olduğumuz, en tanıdığımız, en somutumuz. O bile farklı zaman hızlarında değiştiriyor kendini. On beş yıl önceki biz, biz değiliz. Gözümüzdeki kornea tabakası ve beyin hücrelerimiz hariç hepsi kendini yeniliyor, değiştiriyor aslında. O halde bedenimizden başlayıp uzaya kadar bu denli çok değişkende hangi kalıcı olanın peşine düşmek gerekiyor yaşamda?
Bir filozofun harika bir sözü vardır, kendime sonsuza kadar sürecekmiş yanılgısı yaratan zor zamanlarda hatırlattığım: “Anılar gitsin, tecrübe kalsın!” (D.S. Guzman)
Birlikte ördüğümüz belki biraz büyüklere özgü ama esasları küçüklüğümüzdeki gibi işleyen bu evcilik oyununda tek öğrenmemiz gereken bu: İçimize ne kadar derinlik kazandırdığı, sevme ve anlayış gösterme kapasitemizi büyütüp büyütmediği, bakış açımızı genişletme derecesi, ayırt etme becerisi geliştirmesi….Çok değişkenli yaşam yolculuğunun içinden geçerken elimizde tek kalıcı olan;Yaşadıklarımızın özümüze kattığı anlam ve bu anlamla güzelleştirdiğimiz yaşam…
Facebook Yorum
Yorum Yazın