Bu köşe de dahil defalarca yazıp seslendirdiğim bir konuyu önemi nedeniyle bir daha yazmak istiyorum. Çok seslilik, bir türlü anlayıp içimize sindiremediğimiz bir kavram. Çok seslilikten çok söz ediyoruz da, çevremizdeki herkes, benim gibi düşünsün, benim dediğimi yapsın istiyoruz. Tek sesliliğin kolaycılığına kapılıp gidiyor insanlar.
Her yerde, ailede, işyerinde, tüm kurum ve kuruluşlarda ve siyasi partilerimizde, ülkenin yönetiminde tek seslilik isteniyor. Bunu söylerken de, “Disiplin” deyip bir şey demiyorlar. Yeni bir şey söylediğinizde hem uyumsuz hem de disiplinsiz oluyorsunuz. Yeni birşey söyleyebilmek kadar zevk aldığım başka birşey yok benim. Keşke tüm insanlarımız yeni birşeyler söyleyebilse. Yeni birşey söyleyebilmek, düşünmeyi, okumayı araştırmayı gerektiriyor. Oysa uyumlu olmak için bunların hiç birisini yapmanıza gerek yok. Kafanızı evet anlamına emme basma tulumba gibi sallamanız yetiyor. Bunu yapmadığınızda sizi cezalandırmak istiyorlar.
Ben tek seslilikten yana bir insan değilim. Tek seslilikten yana olanları da sevmiyorum. Kendi kendime olduğum zamanlarda bile, kendi doğrularımı süzgeçten geçirip, tartışıyorum. Kendi söylediklerime ters düştüğümde bile, gözlerimin içi gülüyor. Kendi doğru bildiğimin yanlış olduğunu görünce de bunu çevremdekilerle paylaşmaktan geri kalmıyorum.
Bize hep tek seslilik eğitimi verildi. Aile içinde babamızın, okulda öğretmenimizin, işyerinde amirimizin dediği tek doğrudur denildi. Oysa babamızın yanlışlarını daha çocukken, öğretmenlerimizin yanlışlarını yaşama atıldığımızda, amirlerimizin yanlışlarını verim düştüğünde, yöneticilerin yanlışlarını ülkede işler kötü gitmeye başladığında hep gördük.
Şimdi, siyasi partilerde de disiplin adına tek seslilik koşulsuz kabullenme öneriliyor. Tek sesliliği kabullenir, söylenenleri tartışmaz, yukardan söylenen her şeyi doğru kabul ederseniz yükselebilirsiniz deniliyor. Böyle yükselmeyi seçenler ve yükselenler oluyor elbet. Ancak, söylenenlere kuşkuyla bakanlar ve tartışanlar, yükselme şansı bulamıyor. Bir şey söyleyeyim mi? Eğer, söylenenlere kuşkuyla bakanlar olmasaydı, gelişme olmazdı. Aydın demek, araştıran soruşturan, kuşkuyu elden bırakmayan demektir.
Size birisi uyumsuz diyorsa, bunu size verilmiş en büyük ödül olarak kabul edebilirsiniz.
Şimdi diyelim ki, Mustafa Kemal, saraya yakın bir Osmanlı Subayı olarak, uyumlu birisi olsaydı. Söylenenleri hiç tartışmasaydı. Saraya bağlılığını disiplin adına hep sürdürseydi, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilir miydi?
Size uyumsuz diyeceklermiş, varsın desinler. Konuşun lütfen. Çok konuşuyor, diyeceklermiş varsın desinler. Bana en çok acı veren, konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmaktır. İstemediğim yerde, konuşmaya zorladıklarında, konuşmam gereken yerde engellediklerinde çok üzülüyorum. Konuşmak istediğimde, konuşmanın yolunu bulmaya, konuşamadıklarımı yazmaya devam ediyorum. Kim ne der, kim kızar demeden konuşup yazıyorum. Kendime olan saygımı yitirmemek için konuşup yazıyorum. Özgürlük sahip çıkmamız gereken önemli bir değerdir, çağdaş insanlar için. Özgürlüklerimizden ödün vermeyelim...
Her yerde, ailede, işyerinde, tüm kurum ve kuruluşlarda ve siyasi partilerimizde, ülkenin yönetiminde tek seslilik isteniyor. Bunu söylerken de, “Disiplin” deyip bir şey demiyorlar. Yeni bir şey söylediğinizde hem uyumsuz hem de disiplinsiz oluyorsunuz. Yeni birşey söyleyebilmek kadar zevk aldığım başka birşey yok benim. Keşke tüm insanlarımız yeni birşeyler söyleyebilse. Yeni birşey söyleyebilmek, düşünmeyi, okumayı araştırmayı gerektiriyor. Oysa uyumlu olmak için bunların hiç birisini yapmanıza gerek yok. Kafanızı evet anlamına emme basma tulumba gibi sallamanız yetiyor. Bunu yapmadığınızda sizi cezalandırmak istiyorlar.
Ben tek seslilikten yana bir insan değilim. Tek seslilikten yana olanları da sevmiyorum. Kendi kendime olduğum zamanlarda bile, kendi doğrularımı süzgeçten geçirip, tartışıyorum. Kendi söylediklerime ters düştüğümde bile, gözlerimin içi gülüyor. Kendi doğru bildiğimin yanlış olduğunu görünce de bunu çevremdekilerle paylaşmaktan geri kalmıyorum.
Bize hep tek seslilik eğitimi verildi. Aile içinde babamızın, okulda öğretmenimizin, işyerinde amirimizin dediği tek doğrudur denildi. Oysa babamızın yanlışlarını daha çocukken, öğretmenlerimizin yanlışlarını yaşama atıldığımızda, amirlerimizin yanlışlarını verim düştüğünde, yöneticilerin yanlışlarını ülkede işler kötü gitmeye başladığında hep gördük.
Şimdi, siyasi partilerde de disiplin adına tek seslilik koşulsuz kabullenme öneriliyor. Tek sesliliği kabullenir, söylenenleri tartışmaz, yukardan söylenen her şeyi doğru kabul ederseniz yükselebilirsiniz deniliyor. Böyle yükselmeyi seçenler ve yükselenler oluyor elbet. Ancak, söylenenlere kuşkuyla bakanlar ve tartışanlar, yükselme şansı bulamıyor. Bir şey söyleyeyim mi? Eğer, söylenenlere kuşkuyla bakanlar olmasaydı, gelişme olmazdı. Aydın demek, araştıran soruşturan, kuşkuyu elden bırakmayan demektir.
Size birisi uyumsuz diyorsa, bunu size verilmiş en büyük ödül olarak kabul edebilirsiniz.
Şimdi diyelim ki, Mustafa Kemal, saraya yakın bir Osmanlı Subayı olarak, uyumlu birisi olsaydı. Söylenenleri hiç tartışmasaydı. Saraya bağlılığını disiplin adına hep sürdürseydi, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilir miydi?
Size uyumsuz diyeceklermiş, varsın desinler. Konuşun lütfen. Çok konuşuyor, diyeceklermiş varsın desinler. Bana en çok acı veren, konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmaktır. İstemediğim yerde, konuşmaya zorladıklarında, konuşmam gereken yerde engellediklerinde çok üzülüyorum. Konuşmak istediğimde, konuşmanın yolunu bulmaya, konuşamadıklarımı yazmaya devam ediyorum. Kim ne der, kim kızar demeden konuşup yazıyorum. Kendime olan saygımı yitirmemek için konuşup yazıyorum. Özgürlük sahip çıkmamız gereken önemli bir değerdir, çağdaş insanlar için. Özgürlüklerimizden ödün vermeyelim...
Facebook Yorum
Yorum Yazın