Odyseus’u bilir misiniz? Egeli Homeros’un yazdığı İlyada ve Odysseia destanındaki kahraman. 1871’de Schilmann ‘ın Çanakkale’de yaptığı kazılarda Truva’da büyük bir savaşın gerçekten de olduğu ortaya çıkmıştır. Tabi destanda yapılan savaş mıdır? Başka bir savaş mıdır tartışmalar hala devam etmektedir.
Destana göre kahramanımız Odyseus, henüz yeni evliyken yeni doğmuş oğlu Telemakos’u ve güzel eşi Penelope’yi bırakarak Truva savaşına katılmak durumunda kalır. On yıl boyunca zorlu geçen savaş Odyseus’un parlak fikri ile zaferle sonuçlanır. Truva atını tasarlayarak içine ilk kendisi giren Odyseus, Tuva’nın düşmesini sağlar. Zaferden sonra ülkesi İthaka’ya dönmek için uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkar. On yıl süren geri dönüş yolculuğunda on iki denemeyi geçerek ve her birinden daha da olgunlaşarak çıkan Odyseus İthaka’ya döndüğünde oğlu genç yetişkin bir erkek olmuştur. Karısı ile evlenmek ve ülkesini ele geçirmek isteyen işgalciler vardır her yanda. Zeki Penelope taliplerine dokuduğu kefen bitince bir seçim yapacağını söyleyerek oyalar, oysa her gece dokuduğu yer kadarını sökmekte ve ertesi gün yeniden devam etmektedir. Genç ve atak Telemakos babasına hemen saldırıya geçmelerini söyler. Odyseus heyecansal oğlunu durdurarak çok önemli bir söz söyler:
“Öfkeyi doğru yönetmelisin. Doğru zamanda, doğru kişiye, doğru nedenle, doğru bir şekilde kızmalısın! Şimdi değil.”
Odyseus iyi bir plan yaparak işgalcileri yurdundan atar ve uzun yıllar eşi ve oğlu ile mutlu bir şekilde yaşar. Bu mitosla geçtiği her bir deneme insan olma paydasında her birimiz için önemli mesajlar taşır elbet. Ancak benim en çok etkilendiğim kısım oğluna söylediği sözdür.
Kendimizi yönetmemiz, sağduyu ile davranmamız duygusal dünyamıza hâkim olmamız hepimiz için pek kolay değil.” El âlem ne der” mottosu ile büyütülen bir ülkede olduğumuzu da göz önünde bulunduracak olursak doğru bir ifade kanalı bulamamış ne çok duygu yükünün altında ezildiğimiz bir gerçektir. Sanıyoruz ki öfkelenmek, üzülmek, ağlamak, coşkun duygulara sahip olmak, tutkulu olmak saklanması ve gösterilmemesi gereken bir şeydir. Yok, sayıp duygularımızı baskılayınca her şey yolunda gider sanıyoruz. Oysa, bastırılan her şey patlar. Hem de hiç istemediğimiz bir biçimde, beklemediğimiz bir zamanda, kontrolsüz bir şekilde. Kaçtığımız şey çok daha krizli ve karmaşık bir hal alarak karşımıza çıkar. Ayrıca kendimize yabancılaşmamıza ve doğallığımızdan uzaklaşmamıza neden olur. Bir durum veya duygu varsa, vardır. Biz gözümüzü kapatsak da kafamızı kuma soksak da oradadır. Geçenlerde bir arkadasim yaşadığı sıkıntıyı paylaşıyordu ve gözyaşlarına boğuldu, hemen ardından; “Kusura bakma lutfen" dedi. Belli ki yaşadığı bu durum karşısında duyduğu üzüntüyü gözyaşlarıyla ifade etmesi ona zayıflık gibi gelmişti. Ona kusura bakacak bir şey olmadığını söyledim ve devam ettim:
“İnsanda her tür duygu vardır ve doğaldır. Olgun insan hiç kızmayan, kırılmayan, üzülmeyen, öfkelenmeyen kişi değildir. Olgun insan tüm bu duyguları yaşar. Rafine bir yapıya sahip olduğu için belki de çok daha derin yaşar. Olgunlaşmamış birisine göre aradaki fark; bu duyguları yok saymaması ve içgüdüsel tepki vermemesidir. Bu duyguları kendisine ve başkalarına zarar vermeyecek bir biçimde ifade etmenin yollarını bulur. Onları kendi içinde ağır bir yük gibi taşımaz. Görmesi gereken şeyi görür, alması gereken dersi alır, çözümleyerek yoluna devam eder.”
Her zamanki gibi asıl soru neyle karşılaştığımız değil, nasıl yanıtlar verdiğimizdir. Biz nasılsak, yanıtlarımız da öyle oluyor. Odyseus’un yuvaya dönüş yolunda karşılaştığı on iki deneme onu olması gereken kahramana dönüştürdü. Odyseus bu yolculukta öğrendi yuvasına duyduğu özlemle, duyduğu öfkeyi doğru bir şekilde yönetmesini.(On iki denemeyi ve sembolojisini, anlatmadım ancak merak edenler araştırabilirler.)
Günlük hayatımızda karşımıza çıkan doğal durumlar da bizim eve dönüş yolculuğumuzun olgunlaştırıcı katkılarıdır. Her biri bir mesaj ve anlam taşır sadece bize özel. Bazen umutsuz oluruz, bazen öfkeli, bazen de üzgün kim bilir kaç çeşit duygu renginin içinden geçeriz her birimiz. Onları yok saymayalım ama duygusal dalgaların içinde savrulmayalım da. Karşılaştığımız her insan, durum, olay öğretmenimizdir. Açıkgözlerle ve kalple bize sunduğu fırsatı, dersi, şükranla kabul edip, daha da olgun bir kabullenişle yolumuza devam edelim. Dikkat ve emekle; aklını, duygularını ve eylemlerini iyi yönetebilen, iyi ifade edebilen bir kişiye dönüşelim adım adım her tecrübede.
Destana göre kahramanımız Odyseus, henüz yeni evliyken yeni doğmuş oğlu Telemakos’u ve güzel eşi Penelope’yi bırakarak Truva savaşına katılmak durumunda kalır. On yıl boyunca zorlu geçen savaş Odyseus’un parlak fikri ile zaferle sonuçlanır. Truva atını tasarlayarak içine ilk kendisi giren Odyseus, Tuva’nın düşmesini sağlar. Zaferden sonra ülkesi İthaka’ya dönmek için uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkar. On yıl süren geri dönüş yolculuğunda on iki denemeyi geçerek ve her birinden daha da olgunlaşarak çıkan Odyseus İthaka’ya döndüğünde oğlu genç yetişkin bir erkek olmuştur. Karısı ile evlenmek ve ülkesini ele geçirmek isteyen işgalciler vardır her yanda. Zeki Penelope taliplerine dokuduğu kefen bitince bir seçim yapacağını söyleyerek oyalar, oysa her gece dokuduğu yer kadarını sökmekte ve ertesi gün yeniden devam etmektedir. Genç ve atak Telemakos babasına hemen saldırıya geçmelerini söyler. Odyseus heyecansal oğlunu durdurarak çok önemli bir söz söyler:
“Öfkeyi doğru yönetmelisin. Doğru zamanda, doğru kişiye, doğru nedenle, doğru bir şekilde kızmalısın! Şimdi değil.”
Odyseus iyi bir plan yaparak işgalcileri yurdundan atar ve uzun yıllar eşi ve oğlu ile mutlu bir şekilde yaşar. Bu mitosla geçtiği her bir deneme insan olma paydasında her birimiz için önemli mesajlar taşır elbet. Ancak benim en çok etkilendiğim kısım oğluna söylediği sözdür.
Kendimizi yönetmemiz, sağduyu ile davranmamız duygusal dünyamıza hâkim olmamız hepimiz için pek kolay değil.” El âlem ne der” mottosu ile büyütülen bir ülkede olduğumuzu da göz önünde bulunduracak olursak doğru bir ifade kanalı bulamamış ne çok duygu yükünün altında ezildiğimiz bir gerçektir. Sanıyoruz ki öfkelenmek, üzülmek, ağlamak, coşkun duygulara sahip olmak, tutkulu olmak saklanması ve gösterilmemesi gereken bir şeydir. Yok, sayıp duygularımızı baskılayınca her şey yolunda gider sanıyoruz. Oysa, bastırılan her şey patlar. Hem de hiç istemediğimiz bir biçimde, beklemediğimiz bir zamanda, kontrolsüz bir şekilde. Kaçtığımız şey çok daha krizli ve karmaşık bir hal alarak karşımıza çıkar. Ayrıca kendimize yabancılaşmamıza ve doğallığımızdan uzaklaşmamıza neden olur. Bir durum veya duygu varsa, vardır. Biz gözümüzü kapatsak da kafamızı kuma soksak da oradadır. Geçenlerde bir arkadasim yaşadığı sıkıntıyı paylaşıyordu ve gözyaşlarına boğuldu, hemen ardından; “Kusura bakma lutfen" dedi. Belli ki yaşadığı bu durum karşısında duyduğu üzüntüyü gözyaşlarıyla ifade etmesi ona zayıflık gibi gelmişti. Ona kusura bakacak bir şey olmadığını söyledim ve devam ettim:
“İnsanda her tür duygu vardır ve doğaldır. Olgun insan hiç kızmayan, kırılmayan, üzülmeyen, öfkelenmeyen kişi değildir. Olgun insan tüm bu duyguları yaşar. Rafine bir yapıya sahip olduğu için belki de çok daha derin yaşar. Olgunlaşmamış birisine göre aradaki fark; bu duyguları yok saymaması ve içgüdüsel tepki vermemesidir. Bu duyguları kendisine ve başkalarına zarar vermeyecek bir biçimde ifade etmenin yollarını bulur. Onları kendi içinde ağır bir yük gibi taşımaz. Görmesi gereken şeyi görür, alması gereken dersi alır, çözümleyerek yoluna devam eder.”
Her zamanki gibi asıl soru neyle karşılaştığımız değil, nasıl yanıtlar verdiğimizdir. Biz nasılsak, yanıtlarımız da öyle oluyor. Odyseus’un yuvaya dönüş yolunda karşılaştığı on iki deneme onu olması gereken kahramana dönüştürdü. Odyseus bu yolculukta öğrendi yuvasına duyduğu özlemle, duyduğu öfkeyi doğru bir şekilde yönetmesini.(On iki denemeyi ve sembolojisini, anlatmadım ancak merak edenler araştırabilirler.)
Günlük hayatımızda karşımıza çıkan doğal durumlar da bizim eve dönüş yolculuğumuzun olgunlaştırıcı katkılarıdır. Her biri bir mesaj ve anlam taşır sadece bize özel. Bazen umutsuz oluruz, bazen öfkeli, bazen de üzgün kim bilir kaç çeşit duygu renginin içinden geçeriz her birimiz. Onları yok saymayalım ama duygusal dalgaların içinde savrulmayalım da. Karşılaştığımız her insan, durum, olay öğretmenimizdir. Açıkgözlerle ve kalple bize sunduğu fırsatı, dersi, şükranla kabul edip, daha da olgun bir kabullenişle yolumuza devam edelim. Dikkat ve emekle; aklını, duygularını ve eylemlerini iyi yönetebilen, iyi ifade edebilen bir kişiye dönüşelim adım adım her tecrübede.
Facebook Yorum
Yorum Yazın