Kaz Dağı’nın eteklerinde Tahtakuşlar köyünde minicik butik bir müze var: Alibey Kudar Etnoğrafya Müzesi. Müze yöreye ait doğal ve kültürel unsurları toplamış olmakla birlikte ilginç parçalar da müze de yer almakta. Örneğin; başka hiçbir yerde rastlama şansınız olmayacağı Meksika, Brezilya, Güney Amerika sahillerinde yaşayan ve nedendir bilinmez burada kıyıya çıkmış olan 1.77m boyunda 360 kg ağırlığında bir deniz kaplumbağası fosili de müzede yer almakta.
Ayrıca yörede bulunan birkilerin tohumlarından ya da çekirdeklerinden yapılmış her biri başka anlam ve işleve sahip nazarlıklar da müzede sergilenmekte. Takanın yaşını, cinsiyetini, toplum içindeki rolünü belirten birer simge olarak kullanılmakta. (Örneğin zeytin çekirdekli kolye; Genç kızlar takar, barışı simgeler. Yabani Hurma çekirdekli Kolye; Kız çocuğu doğurunca dünyaya bolluk bereket getirdiğini temsilen takılır. Karanfilli kolye; evlenmek isteyenler takar… vb)
Tabi yöreye ait ev eşyaları, kıyafetler ve müzeye verilmiş bol miktarda ödül, eski Türk Evi, çeşitli belgeler, yazıtlar da var. Ayrıca geleneksel yöntemlerle üretilmiş çeşitli yağlar, sabunlar, kurutulmuş otlar, zeytin gibi ürünler de satışta.
Müzeyi kuran Alibey Kudar’ın torunlarından biri ziyaretimiz esnasında müze ile ilgilenmekteydi. Sağ olsun bütün samimiyeti ile sorularımızı yanıtladı. Alibey Kudar, Savaştepe Köy Enstitüsünün son mezunlarından. İlkokul öğretmenliği, Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü, yapmış. Halk Kültürleri Araştırma Belgeselini ise 10 kitapta toplamış. Ayrıca Türkü derlemeleri de bulunuyor. Ailesi ile birlikte çıktığı köyünü ve kültürünü Dünyaya tanıtma macerası somut olarak amacına ulaşmışsa da pek kolay olmamış. Unesco gibi yerlerden ödül ve destek almış olmasına karşın, ülkemizde özel müze konusundaki kanunsal açmazlar nedeni ile hayli zorluk yaşamış. Buradan Aziz Nesin öyküsü çıkar yani. Fakat benim açımdan en trajik olanı ise o kadar kişisel harcamalar yapıp, ailece zaman ve emek verip, köyün ve kültürel mirasın korunmasına, tanıtılmasına yaptığı değerli katkılara rağmen, kendi köylüsünün desteğini bulamamış olması. Köylünün; “Köyümüzün adını kullanarak para kazanıyorsun” suçlamaları karşısında “Alibey Kudar Etnoğrafya Galerisi” olarak değiştirmek zorunda kalmışlar müzenin adını.
Aslında müze görülmeye değer olmakla birlikte üreten, çalışan insanın sahiplenilmeyişi, bu yazıyı yazmama neden oldu. Yirmi yıldır gönüllü pek çok organizasyon yapmış biri olarak biliyorum ki; en basit görülen üretimin altında çok çaba, emek ve ödenmiş bedel var. Oradan ayrılırken şu karikatür geldi aklıma:
Karikatürde Cehennem zebanisi yanındaki kişiyle çukurları geziyor. Her çukurun başında çıkmak isteyeni aşağı itecek birkaç kişi bulunuyor. Ancak bir çukurun başında hiç bekçi yok. Zebaniye soruyor “Neden bu çukurun başında hiç kimse yok. Buradakiler dışarı çıkmayı denemiyorlar mı?” “Zebani ise kanıksamış bir şekilde şöyle yanıt veriyor : “Haa o çukur mu? Oraya Türkleri atıyoruz. Bir bekçiye de gerek yok. Biri yukarı doğru çıkmayı başarmak üzereyken zaten diğerleri aşağı çekiyor”
Bu karikatürün gerçek hayatta bir karşılığı var ne yazık ki… Ne zaman; “Sen kazanırsan, ben de biz de kazanırız” fikrini anlayacağız bilemedim. Anadolu kültüründe yüceltme, yükseltme, değerli olanı takdir etme yüce gönüllüğü var. El ele tutuşarak yürüme kapasitesi de. Ah keşke bize ait olanı unutmasaydık…
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın