Etrafımda olan bitene gözlerime çevirdiğimde bu sözlerin anlamının büyük boşlukta, içerik zenginliği ile dibe çökmüş, kullanımdan kalkmış olması sebebiyle tozlar altında görünmez durumda kalmış olduğunu görüyorum. Sadece sözler neye yarar, yaşantıda karşılığını bulamıyor ise? Sözlükteki anlamı kendi içimizde yok.
Neden eski zaman filmleri hiçbir zaman eskimiyor gözümüzde? Aynı filmi aynı saf duygularla defalarca izleyebilir oluşumuz. Sanatsal ve teknik açıdan ne durumda olduklarını hepimiz biliyoruz. Senaryo özgünlüğü ve muhteşem oyunculuklar mı var? Bilemem. Onlarda bizi kalbimizden yakalayan bir şey var, hep ihtiyaç ve özlem duyduğumuz.
Çağ değişiyor evet. “Ahh o eski zamanlar”cı olmak da gereksiz boşuna bir geçmişe tutukluluk. Ancak zaman geçerken ve her şey değişirken, bizden değerlerimizi de arkamızda bırakmamızı mı talep ediyor? Oysaki insan yeryüzünde yaşamaya başlayalı beri ona derin mutluluk veren, insan kılan, sağlıklı ve dengede tutan unsurlar aynı. Ve bu sırlar, adı üstünde sır, bilmeyene. Her bir kişi tarafından kendi adına keşif ve anlam yükleme çabası, yaşantısı gerektirdiği için.
Dünya değişir, değişmeli de ama neden senin kalbin, tutumların, değişiyor? Neden köklere sahipken yüzeye tutunmuş yosun kadar yüzeyde yaşıyorsun hayatını?
Eskiden eşyaya nezaket diye bir kavram vardı. Anadolu kültüründe yer etmiş bu kavramda toprağı bile incitmemek için zerafetle yürürdü dervişler. Giyinmek, soyunmak törendi. Bu fikir halkın derin bilincinde yer ettiğinden eşyalara iyi davranılırdı. Bozulunca atılmazdı, onarılırdı. Hatta bazı geleneklerde kullandığımız eşyalar bize hizmet ettiği için, teşekkür edilerek, ayrılırlardı onlardan. Küçük bir kırık, çizik bozuk oldu diye, yeni bir modeli çıkınca kenara konulmazdı eşyalar. Bu doğayı, emeği korumanın bir yolu olduğu kadar eşyaya nezaketin de bir yolu idi o zamanlar.
Eşyanın kıymetini bilen, insanın kıymetini de bilirdi. Bağlar kurulurdu ilişkilerde, birbirinin hayatına ilişilerek gün geçirilmezdi. Anlamak, tanımak, değer vermek, kusurları hoş görüp iyi yanlarına odaklanılarak güzellik büyütülürdü. Emek, değer, vefa, kıymet bilmekti önemli olan. İlk zorlukta, anlaşmazlıkta, uyumsuzlukta “hoşça kal” demezdi insanlar birbirlerine.
Şimdi ne oldu? Güvenlik duygumuzu insani bağlardan değil, biriktirdiklerimiz ve sahiplik duygusu yaratanlardan almaya başladığımızdan beri huzurumuz kaçtı. Çünkü en içimizdeki yanımız da biliyor kırılgan bir yere dayadığımızı güvenlik köprümüzü.
Eşyaları onarmak, bize hizmet ettiği için teşekkür etmek, masalsı bir uzaklıkta artık. Eşyayı onarmaya kalmadan hatta eskimeden ve bazen kullanmadan bile atar olduk. Hiçbir şeyin önemi yok artık. Önemsizleştirdiğimiz, haksızlık ettiğimiz her değer, eş zamanlı olarak kendi içimizde kendimizi de değersizleştiriyor. (Değerli insanlar değer vermeyi bilir)
Eşyaya tutumuz ile insana tutumuz da aynı. Arada hiçbir fark yok. Beni rahat ve konforlu hissettiriyorsa var. Keyfime halel gelme ihtimali var ise yok. Eşyayı bir an bile düşünmeden alıp, düşünmeden koyuyorsak kapımızın önüne, insanlara da aynını yapıyoruz. Uçarı “merhabalar”, umursamaz “hoşça kallar”ı getiriyor. Akrabalık, komşuluk, aile ilişkileri, duygusal ilişkiler bir çırpıda konuluveriyor kapının önüne.
Çünkü bağlanmak korkutucu bir şey günümüzde. Sadece bağlanmak değil, çaba göstermek, emek vermek, sürdürmek, korumak, sorumluluğunu almak… Aynı derecede kaçınılması gereken korkutucu edimler ve hiçbiri moda değil. Bunları yaşamak için zaman ayırmak- sabretmek gerekir, yorucu olabilir. Bu yolu tercih etmezseniz eğer, ne kadar yüzeysel ve sığ biri olduğunuzu kimse gelip size söylemez merak etmeyin. Ancak iç huzursuzluğunuz, boşluk ve anlamsızlık duygunuz, tatminsizliğiniz, güvensizliğiniz, yalnızlığınız size tercihinizi sevimsizce anlatır.
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın