Kim dedi ise “sevmek kolay” zannımca sevmeyi hiç tecrübe etmemiştir. Dünyanın en zor, en özgür, en dönüştürücü eylemi sevmektir. Sempati duymak, gel-geç hisler, arzunun köpüksü, tutkunun ateşli doğasını kısmen kapsıyor olsa da hepsinin üzerinde ve daha derin köklere sahip bir duygudur. En yakınımızdan başlayarak tüm evrene yayılabilecek bir duygu olmasına karşın en çok kendi türümüzle yaptığımız etkileşimlerle sevmeyi tecrübe ederek onunla temas etmeye ve kendimizden başlayarak onu her yere yaymaya daha yatkınız.
Kimin kalbi, içine herkesi ve her şeyi alacak kadar büyüktür? Sevmek sevdiğini önceliğine almak, emek vermek, ellerinden tutmak, varlığını onurlandırmak, sorumluluğunu üstlenmek, kimi zaman hayat karşısındaki acılı deneyimlerine sevgiyle tanıklık etmek, bağ kurmak, desteklemek, yaşatmak ve büyütmek için çaba göstermektir. Tıpkı “Küçük Prens” te bahsedildiği gibi “Sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden.” Sorumluluğunu üstlenebilecek kadar sevgi duyduğumuz varlıkların sayısı doğal olarak çok fazla olmasa gerek.
Gerçek şu ki sevmeye kapılarımızı ardına kadar açtığımızda acıya da aynı oranda açmış oluruz. Çünkü sevme eylemi sonsuz mutluluğun yaşandığı bir cennet bahçesi değildir. Kimi zaman, acı duyarak eşlik etmekten başka şey gelmez elimizden. Kimseyi sevgimizle kendi acılı deneyimlerinden koruyamayız. Ve kaçınılmaz vedalar da var bir de üstelik… Sevgimizi verdiğimizin oranda acıya da evet demek kaçınılmaz bu nedenle.
Sevmek kolay mesele değil. Oysa bir çırpıda söyleniyor değil mi? İki küçük kelime; “Seni seviyorum” Oysa içeriğindeki eylemlerden yoksun ise ölü doğmuş iki kelimeden, boşlukta sönüveren harflerden başka bir şey değiller. Bir filozof demişti ki: “Hayatımızın değeri, kapsadıklarında değil, kurtardıklarındadır” Kimin sevgisi bu kadar kapsayıcı ve büyük? Kimin elleri sevgiyle sarmalıyor dokunduğu her şeyi? Kimin kelimeleri ölü doğmuyor? Yaşamsal bir karşılığa sahip bu yönden?
Sevmek ile karıştırıyoruz başka bir şeyleri belli ki. İhtiyaçlarımız, karşılığında almayı beklediğimiz maddi veya manevi bir beklenti, alışkanlıklar ya da çeşitli korkularımıza bulduğumuz kılıflar, zayıflıklarımız yerini alıyor “sevmek” kelimesinin. İnsanın işine akıl sır erer mi? Mutfağımızda neler döndüğünden en çok da biz bihaberiz kim bilir?
Sevdiğimizi söylediğimiz insanların kaçını gerçekten sevdik? Tanıklık ettiğim bir kaç hayat hikâyesi ve duyduğum acı tüm bunları yeniden düşünmeme neden olan. Etrafına sevgi saçarken umutsuzca uzattıkları elleri boş dönen güzel insanlar. En yakınları tarafından görülmeyen ve ne yazık ki mutlu sonla bitmeyen hayat hikâyeleri. Keşke tanıklık etmekten öteye gidip bir şeyleri değiştirebilecek güçte olabilseydi yapabildiklerim…
İşte o bazı insanların ortak noktaları: Onlar görünmezdir. Etrafınızdadır, hazır askerdir, yapılacak bir şey varsa çoğunlukla önceden zaten görmüş, gereğini yapmıştır. Sorun çıkığında ise sizin yapmayı istemeyeceğiniz veya gözünüzde büyüttüğünüz bir şeyi atıverirseniz onun üzerine. Sizin için zor olanının onun için kolay olduğunu var sayarak. Sessizce kabullenirler, “hayır” demeyi akıllarına bile getirmeden. Zoru kolaymışçasına üstlenirler, kendileri yapmazsa yapacak başkası olmayacağını düşünürler. İşte bu görünmez insanlar bir gün kendi istek ve ihtiyaçlarının da görüleceğini umut ederler uzun bir süre. En yakınındakileri, kan bağı-can bağı olanlar onu fark eder diye düşünürler. Sevdiklerinin yüklerini taşıyıp, sorunlarını çözüp, arkalarını toplayıp onları rahatlattıkları için mutlu da olurlar bir süre. Sonra sıra neye gelir? Herkes onları bu denli yok saymaya devam ederken, bunu da onaylayıp hal dilince, kendi kendilerini de yok saymayı kabullenirler zaman içinde. Öne çıkmaktan, buradayım demekten, insan olmanın gerektirdiği ihtiyaçlarından ve var olmaktan da vazgeçerler. Ancak içlerinde devinen ve kendilerinin dahi kulaklarını kapattıkları o öz başka şekillerde imdat çağrısı yapar duyulmak için. Çoğunlukla duygusal veya fiziksel bir hastalık der ki kendine öncelik ver, yüzleşmen ve revize etmen gereken tutumlarınla yüzleş, hayatında düzenlemeler yap. Bazı şeyler yanlış gidiyor. Eğer bu da işe yaramaz ise umutsuzluğun kollarında veda başlar. Alma-verme dengesindeki bozukluk son ana kadar izler onları. Son dönemece girildiğinde artık her şey için çok geçtir. Giderken dahi yük olmak istemezler hiç kimseye. Başka türlüsü mümkünken her şeyi başka türlü yaşama imkânı varken susarak giderler. Hala kalbi atan birkaç kişinin gözlerinde acı ve pişmanlık gözyaşı bırakarak yaşayamadıkları bir hayata ölürler.
Yaşam, keşke ile başlayan cümleler için yeterince uzun değil. Pişmanlıkların verdiği acının ve gözyaşlarının telafisi de mümkün olmuyor çoğu zaman. Şimdilerde malum dönem nedeni ile herkesin vasiyeti cebinde, vedalaşma fırsatı bile tanımıyor zamansız ayrılıklar. Sevmek ve paylaşmak içindir hayat kanımca. Diğer türlüsü...
Oscar W. ‘ın şiiri düşüyor aklıma bu naif ruhların gidişleri içime çöktükçe .””Herkes öldürür sevdiğini” demiş şair. Katılmıyorum ona. Belli ki sevmeyi yanlış yorumlamış, başka bir şeylerle karıştırmış şair. Çünkü sevmek hayat vermektir. Hayat vermeyi bildiğimiz, sevgimizi yaydığımız, sevgimizle yaşattığımız bir hayat mümkün!
*Kalbimde yaşattığım güzel ruhlu birkaç özel dostuma ithaf edilmiştir.
Emel Eva Tokuyan
Çok can alıcı, özetlenmiş ve herkesin okuması gereken bir yazı. Elinize saglik