Bir zamanlar hayat veren görkemli bir ağaç varmış bir köyde. Üzerinde allı morlu meyveleriyle dolup taşan bu ağacın meyvelerine kimse dokunamazmış. Çünkü bu ağacın dallarından bir tarafı hayat verirken, diğer yanını ölümcül meyvelerle doluymuş. Hangisinin hayat veren, hangisinin öldüren meyve olduğu bilgisi zaman içinde kaybolmuş. Köyün ortasında, yaşlıların buluşma noktası, gölgesinde çocukların oyun oynadığı bir ağaç olarak gökyüzüne kollarını, toprağa köklerini uzatarak yaşamış yüzlerce yıl.
Büyük bir kuraklık yaşanmış o yıl. Kuruyan toprağa rağmen bir tek o ağaç canlı ve yeşil kalmış. Açlık köyü kasıp kavuruyormuş. Dallarındaki sulu ve canlı meyvelere bakıp duruyormuş köylüler ancak hiçbirisi koparmaya cesaret edemiyormuş. Torunu çok hasta olan yaşlı bir adam çaresizlik içindeymiş. Ağacın yanına giderek köylüleri toplamış ve şöyle demiş: Şimdi bu meyvelerden bir tane koparıp yiyeceğim. Eğer ölürsem diğer yandaki meyvelerden torunuma yedirin ve onu iyileştirin” Sonra da kopardığı bir meyveyi yemeye başlamış. O meyveyi yedikçe, sırtının dikleşmesini, saçlarının siyaha dönmeye, gençleşmeye başlamasını şaşkınlıkla izlemiş ahali. Hayat veren daldan tüm köylüler doya doya yemiş. Onlar kopardıkça, hemen yenileri oluşuyormuş dallarda.
Tüm köy halkı, bunu kutlamak için eğlence düzenlemiş, neşe içinde şarkılar söylemiş, danslar edilmiş gece boyunca. Ancak içlerine bir kurt düşmüş sonrasında. Ya çocuklardan biri farkında olmadan ölüm veren dallardan koparır da yerse diye… Çare olarak ölüm meyvelerinin olduğu dalları tamamen kesmeye karar vermişler ve koyulmuşlar işe. Sadece hayat veren dallar kalınca da gönül rahatlığı ile uyumaya çekilmişler. Ancak gün ışığında bir feryatla uyanmış köy halkı. Hayat veren ağacın kalan yarısı tamamıyla kurumuş bir halde duruyormuş köy meydanında.*
Yeryüzü böyle belki de siyah içinde beyazı, karanlık içinde aydınlığı taşıyor. Her şey zıddıyla var oluyor. Kötülük, iyinin daha da güçlenerek ortaya çıkmasını sağlıyor belki de. Ya da iyilik sandığımız, içinde kötünün tohumlarını taşıyor. En güçlü ışık, en koyu gölgeyi ortaya çıkarıyor. Biri varsa diğeri var. Yeryüzü dualiteden oluşuyor. Tüm kutsal kitaplarda bahsedilen cennette yok sadece dualite. Ne zaman Âdem ve Havva yasak olan bilgi ağacının meyvesini yedi, o zaman iyi ile kötü bilgisini öğrendi. **Ve ayırt etme bilgeliğini öğrenmek için yeryüzüne gönderildi. Yeryüzünde yaşarken belki de tüm deneyimlerimiz başlangıca dönebilmek için iyi ve kötüyü görmek ve onun üzerine yükselebilmek için denemelerden oluşuyor. Belki de tüm yaşamda en büyük sınavımız bu!
Emel Eva Tokuyan
*Masal Terapi, J.M.Lıberman
**Her ne kadar yasak elmanın yenmesi metaforu ilk günah olarak adlandırılmış da olsa, bunun ilk bilinç ve ayırt etme kavramına karşılık geldiğini söyleyen görüşler vardır.
Facebook Yorum
Yorum Yazın