Bir kişiyi tanımak/anlamak istiyorsanız, aklının yapısını, yaşamındaki öncelikleri, kalbinin gelişmişliğini; kullandığı kelimeleri işitmeye hazır ve açık olmalısınız. Karşınızdaki insan, bir kişiyi, yaşadığı bir durumu, bir mekânı nasıl anlatıyor? Hangi kelimeleri seçiyor? Konuşmaya nüfus eden duygu tonu nedir? Her ne anlatıyorsa anlatsın aslında kendisini anlatıyordur. Kendi yaşam tecrübesini, bakış açısını, hayatındaki baskın duygusal tonu, hayatındaki önceliklerini… Hepimiz aynı atmosferde, aynı zamanda ve mekânda aynı şeyi yaşıyor gibi görünsek de kendi küremiz içinde kendi akıl-kalp kabımızın derinliği ölçüsünde algıya sahibiz. Hiçbir zaman hiçbir şey hepimiz için aynı değil. Kendi yaşamımız kendimizin rengine bürünüyor, kendimize özgü fırsatlara ve kendimize özgü denemelere, kendimize özgü ifadelere…
Zihnimde yer etmiş tüm bu düşünceleri ve gözlemleri, yakın zamanda yaptığım bir seyahatte tanıştığım bir kişi yazmama vesile oldu. Beyrut, özel bir geçmişe ve dokuya sahip bir kent. Ayrıca çok sevdiğim Halil Cibran’ı bize armağan etmiş bir coğrafya. Ne yazık ki bir zamanlar “Doğunun Paris’i” olarak adlandırılan bu kadim, çok kültürlü güzel kentin birçok yeri tümüyle boşaltılmış büyük binalar, bombalardan veya çatışmalardan yıkılmış sokaklar, bedeninde sayısız kurşun izlerini taşıyan mekanlarla, birçok mülteci kamplarıyla, acının ve yıkımın izleri ile dolu. Yokluk içinde, eğitim seviyesi oldukça düşük, en temel etik değerlerini yitirmiş büyük bir halk kitlesi öte yandan birçok Avrupa ülkesinde bile denk gelmediğim konfor, lüks içinde yaşayan, gece hayatına akan, en pahalı markaları giyinen, özel üretim arabalar kullanan çok az bir kesim…
Bu seyahatte bize eşlik eden yerel rehberimiz Eli’nin anlattığı ve bizim de tanık olduğumuz üzere, ülkede yerel yönetim ve kamu personeli çoğunlukla çalışmıyor, grevde. Elektrikler günde dört veya beş saat veriliyor. Hiçbir yerde fiyat etiketi yok. Çünkü hızlı enflasyon nedeni ile sürekli ürünlerin fiyatları değişiyor…
Parlak bir dün, belirsizliklerle/yoksunluklarla dolu bugün Beyrut…
Biz, tüm bu trajediye tanıklık ederken, dünü ve bugünü aktaran rehberimiz Eli bir kez bile olumsuz kelime sarf etmedi. Sanki tüm o olayların içinde yaşamamış gibi duygu yüklemeden nesnel bir şekilde aktardı. Sanki bütün o olan biten içinde kendisine bir vaha yaratmıştı. Günlük hayatla ilgili sorduğumuz kişisel sorulardan birini şöyle yanıtladı: Örneğin; şehirde genellikle grev olduğundan ve işçiler haftada iki bilemedin üç gün çalıştığı için çöpler toplanmıyormuş. Bu da ciddi bir sağlık sorunu demek. “Bizim mahallede biz bunu çözdük. Çok kolay. Toplandık bir liste yaptık. Her gün sırayla mahalleyi temizliyoruz. Çöpleri ve atıkları ayrıştırıyoruz. Geri dönüşüm atıklarını satıp o malzeme ile çöp torbası, eldiven, temizlik malzemesi alıyoruz. Bizim için kolay oldu” veya “Çok elektrik kesintisi oluyor. Bunu çözdüm. Güneş paneli döşedim. Benim evde hiç elektrik kesilmiyor. Temiz enerji, ayrıca aldığım tüm eşya elektrik tasarruflu çıktı şansıma. Kolay oluyor…” Buna benzer birçok konuşma geçti aramızda ve hepsindeki ortak nokta tutumu idi. Eli nerdeyse tüm yaşam deneyimlerinde*: Olanı anlamak, kabule geçmek, çözüm odaklı olmak ve aksiyon almak. Ne yakınmak ne olumsuzluk çukuruna düşmek, ne bahaneler bulmak ile vakit kaybetmeden ilerlemişti yaşamı boyunca.
Eli bize eşlik ettiği günler boyunca tüm tarih ve kültür anlatımlarında bolca “Çok güzel, çok özel bir yer/hikâye, eğlenceli, ilginç, çok kolay, fırsat, çok şanslıyım/şanslıyız, mümkün, şu şekilde çözeriz” gibi kelimeleri bolca kullandı. Bu kadar çok negatifin olduğu bir yerde ancak bu kadar reel bir pozitiflikte olunabilirdi.
Bu geziden birçok izlenim ile döndüm kuşkusuz. Oraya, her birimiz kendi odağımız ve atmosferimiz ile gelmiştik. Her birimiz neyi önceliyorsak, diğerlerinden bir parça daha fazla ona zaman açmış, onu deneyimlemiştik. Yola çıkan ve dönen aynı kişi değildir hiçbir zaman. Biz de kendi heybemize bize ait sorular, yanıtlar ve izlenimler katmıştık. Bu yolculuktan sonra talip olduğumuz ve kendi derinliğimiz/genişliğimiz kadar başkalaştık. Beyrut’un tarihi dokusu ve birikimi başlı başına büyüleyici idi kuşkusuz. Bu başka bir yazı konusu. Orda bir kişi, böyle bir coğrafyada, kendi cennetini yaratmıştı. Yaşam bir kez daha Eli aracılığı ile bize şu gerçeği hatırlatıyordu: Sen kimsen, hayata karşı tutumun, iç kabullerin ve eylemlerin ne ise hayat onları çoğaltarak sana döndüren bir ayna sadece. Sen nasılsan senin hayatın da öyle…
Facebook Yorum
Yorum Yazın