“Lanet olsun” demek de günlük konuşmalarımızda öne çıktı.
Lanet olsun diyerek öfkemizi bastırmaya çalışıyoruz.
Lanet olsun demekten kutlu olsun demeye zaman kalmıyor…
“Lanet Olsun”, “Kutlu Olsun” dileklerini eş zamanlı olarak kullanır olduk.
Bir yandan teröre lanet okuyoruz, bir yandan bayram kutlamaya çalışıyoruz.
Ne sevgimizi sevgi gibi, ne de üzüntümüzü üzüntü gibi yaşayabiliyoruz.
Şehit haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Öfke kabarıyor.
Gönül, ülkenin iktidarı muhalefeti yaşanan sorunları görüşsün çözümler bulsun istiyor.
Gönül, liderler el sıkışsın selamlaşsın istiyor.
Gönül, dargınlar barışsın istiyor.
Gönül, barış kardeşlik dayanışma güçlensin istiyor
Liderler şehit cenazelerinde bile el sıkışmıyor.
İsrail’le Rusya ile barış oluyor.
Yabancı ülkelerin devlet başkanlarıyla bir araya geliniyor.
Bizim liderler bir araya gelemiyor…
İsraille dargın olmanın, Rusya ile dargın olmanın yarattığı sorunlar görülüyor da, içerde dargın olmanın yarattığı sorunlar neden görülmüyor? Neden toplumsal barışın dayanışmanın kardeşliğin yolu açılmıyor?
İçimdeki sıkıntı, bayramı bayram gibi yaşamama engel oluyor. Yüzler gülmüyor.
“Lanet olsun” demekten, “Kutlu olsun” demeye zaman kalmıyor.
Eğer biz, cenazelerde ve bayramlarda bir araya gelemiyorsak,
Kederi ve kıvancı birlikte yaşayamıyorsak
Şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz.
Keşke dememek için, geç kaldık dememek için, iyi düşünmeliyiz. Kişisel çıkarlarımızı hatta parti çıkarlarımızı, siyasi çıkarlarımızı bir yana koyup, sadece ülkeyi düşünmeliyiz.
Bir Amerikalı, bir Fransız ve bir Türk, bizim Temel Amerika’da bir gökdelen inşaatında birlikte çalışıyorlarmış. Gökdelenin, ellinci katında çalıştıklarından, yemek paydosunda, aşağı inmezler, evden kendi getirdiklerini yerlermiş.
Amerikalı azık torbasını açtığında, içinden sosisli sandviç, Fransız açtığında, peynirli sandviç, Temel açtığında da, hamsili sandviç çıkarmış hep. Günlerce aylarca hiç değişmemiş menü. Bir gün yine azık torbasından sosisli sandviç çıkınca kafasının tası atmış Amerikalının “Yarın da aynı şey olursa aşağıya atlayıp intihar edeceğim” demiş. Fransız “Bende peynirli sandviç çıkarsa intihar edeceğim” deyince, Temel de söylemiş aynısını “Hamsili sandviç olursa bende öldüreceğim kendimi”
Ertesi günü aynı şeyler çıkmış torbadan, eşlerine bir not bırakıp intihar etmişler üçü de. Cenaze törenleri birlikte yapılmış. Amerikalının ve Fransız’ın eşleri iki gözleri iki çeşme ağlıyorlarmış. “Biz onların hazırladıklarımızı sevmediklerini bilseydik, başka yemekler hazırlamazmıydık hiç” diyorlarmış. Temel’in karısı Fadime, sessiz duruyormuş kıyıda. “Sen ne diyorsun bu duruma?” diye sormuşlar ona da. “Ne diyeyim ki” demiş Fadime “ Ne diyeyim ki, Temel her gün kendi torbasını kendisi hazırlardı.”
Biz bu günleri kendimiz mi hazırladık diye düşünmeden edemiyorum…
Lanet olsun diyerek öfkemizi bastırmaya çalışıyoruz.
Lanet olsun demekten kutlu olsun demeye zaman kalmıyor…
“Lanet Olsun”, “Kutlu Olsun” dileklerini eş zamanlı olarak kullanır olduk.
Bir yandan teröre lanet okuyoruz, bir yandan bayram kutlamaya çalışıyoruz.
Ne sevgimizi sevgi gibi, ne de üzüntümüzü üzüntü gibi yaşayabiliyoruz.
Şehit haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Öfke kabarıyor.
Gönül, ülkenin iktidarı muhalefeti yaşanan sorunları görüşsün çözümler bulsun istiyor.
Gönül, liderler el sıkışsın selamlaşsın istiyor.
Gönül, dargınlar barışsın istiyor.
Gönül, barış kardeşlik dayanışma güçlensin istiyor
Liderler şehit cenazelerinde bile el sıkışmıyor.
İsrail’le Rusya ile barış oluyor.
Yabancı ülkelerin devlet başkanlarıyla bir araya geliniyor.
Bizim liderler bir araya gelemiyor…
İsraille dargın olmanın, Rusya ile dargın olmanın yarattığı sorunlar görülüyor da, içerde dargın olmanın yarattığı sorunlar neden görülmüyor? Neden toplumsal barışın dayanışmanın kardeşliğin yolu açılmıyor?
İçimdeki sıkıntı, bayramı bayram gibi yaşamama engel oluyor. Yüzler gülmüyor.
“Lanet olsun” demekten, “Kutlu olsun” demeye zaman kalmıyor.
Eğer biz, cenazelerde ve bayramlarda bir araya gelemiyorsak,
Kederi ve kıvancı birlikte yaşayamıyorsak
Şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz.
Keşke dememek için, geç kaldık dememek için, iyi düşünmeliyiz. Kişisel çıkarlarımızı hatta parti çıkarlarımızı, siyasi çıkarlarımızı bir yana koyup, sadece ülkeyi düşünmeliyiz.
Bir Amerikalı, bir Fransız ve bir Türk, bizim Temel Amerika’da bir gökdelen inşaatında birlikte çalışıyorlarmış. Gökdelenin, ellinci katında çalıştıklarından, yemek paydosunda, aşağı inmezler, evden kendi getirdiklerini yerlermiş.
Amerikalı azık torbasını açtığında, içinden sosisli sandviç, Fransız açtığında, peynirli sandviç, Temel açtığında da, hamsili sandviç çıkarmış hep. Günlerce aylarca hiç değişmemiş menü. Bir gün yine azık torbasından sosisli sandviç çıkınca kafasının tası atmış Amerikalının “Yarın da aynı şey olursa aşağıya atlayıp intihar edeceğim” demiş. Fransız “Bende peynirli sandviç çıkarsa intihar edeceğim” deyince, Temel de söylemiş aynısını “Hamsili sandviç olursa bende öldüreceğim kendimi”
Ertesi günü aynı şeyler çıkmış torbadan, eşlerine bir not bırakıp intihar etmişler üçü de. Cenaze törenleri birlikte yapılmış. Amerikalının ve Fransız’ın eşleri iki gözleri iki çeşme ağlıyorlarmış. “Biz onların hazırladıklarımızı sevmediklerini bilseydik, başka yemekler hazırlamazmıydık hiç” diyorlarmış. Temel’in karısı Fadime, sessiz duruyormuş kıyıda. “Sen ne diyorsun bu duruma?” diye sormuşlar ona da. “Ne diyeyim ki” demiş Fadime “ Ne diyeyim ki, Temel her gün kendi torbasını kendisi hazırlardı.”
Biz bu günleri kendimiz mi hazırladık diye düşünmeden edemiyorum…
Facebook Yorum
Yorum Yazın