Masallar dinliyoruz, filmler izliyoruz, zahmetli yollardan geçilip en sonunda mutlu sona erişen. Bir süreliğine içine girdiğimiz hayal dünyasının büyüsü sarıyor bizi de. Oysa gerçek hayata döndüğümüzde pek kolay olmuyor mutluluk hissini korumak, mutluluğu yakalamak. Kısacık ömürlerimiz var ve bolca zorluklarımız. Bazen her şey yığılıyor üst üste ve soruyoruz umutsuzca kendimize “Mutluluk bu ömrün neresinde?”
Körler gibi el yordamı ile dışarıda bir şeylerde, henüz olmayanda, şimdi gelmeyende, şu anda gerçekleşmemişte, arıyoruz mutluluğu. Sanıyoruz ki sonu gelmeyecek gibi görünen sınavlar, okullar dersler, diplomalar bitince mutlu olacağız. Çok para ve unvanlar kazanınca, ev alınca, araba alınca, sonra yazlık alınca, evlenince, çocuğumuz olunca, çocuğumuz okulu bitirince, çocuğumuz evlenince… Hayalini kurduğumuz her bir şeye SAHİP olunca mutlu olacağız sanıyoruz.
Mutluluğun sahip olmakla ilgili olmadığını anlamış olmalı ki Jım Carrey, dile getirmiş bir sohbetinde:“Dilerim herkes bir gün ünlü ve zengin olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur; böylece aranılan asıl cevabın bu olmadığını anlar”
Yıllar önce bir bilgelik hikâyesi okumuştum: Yeni krala bağlılığını sunmak için tüm halk huzuruna gider. Her gelene çok cömert davranır, bolca armağanlar dağıtır Kral. Bir tek sade bir şekilde yaşayan bilge gitmez onun huzuruna. Kral meraklanır birçok defa haber yollasa da umursamayıp gitmez bilge. Bunun üzerine Kral dayanamaz ve kalkıp gelir yanına ve sorar neden gelmediğini. Bilge hiçbir şeye ihtiyacı ve bağlılığı olmadığını söyler ona. Kral yine de ısrar eder kendisinden bir şey istemesini. Bunun üzerine bilge, bir çanak uzatır ve yapabilirse doldurmasını ister Kralın. Kral altınlar, gümüşler koyar ardı ardına. Ancak ne koyarsa koysun anında kaybolur çanakta. En sonunda sorar bu çanağın neden yapıldığını. Bilge der ki: Gördün mü? Söylemiştim sana bu çanağı dolduramayacağını. Çanak insan damağından yapılmıştır.
İnsan mutluluğu beklentilerinin, arzularının tatmine bağladığında mutsuz oluyor aslında. Bir şeylere sahip olduğumuzda mutlu olacağımız inancı tam bir yanılsama. Mutluluk dışarıda bir yerden çok içimizde var olanlarda, hayata bakış açımızda ve yorumlayışımızda. Bir başka hayata güzellik ve umut ektiğimiz anlarda. Katıldığım birçok sosyal kampanyada, yardım görenden çok yardım edenin gözlerindeki mutluluğun daha büyük olduğunu gözlemledim. Mutluluk nesneler biriktirmekten çok, yüreği güzel insanlar biriktirmekte. Mutluluk, her gün büyük bir iş yapmaktan çok, sıradan işlerimizi büyük bir özen ve sevgiyle yapmakta. Bilelim ki en bencil insan en mutsuz insandır. Mutluluk, elimizdekinin en iyisini cömertçe paylaşmakta. Kalbimizi her gün etrafımızda ola gelen güzelliklere ve inceliklere açmakta. Mutluluk dışarıdan içeri giren değil içimizden dışarı yayılan bir şeydir. Mutluluk ömrümüzün sevgiyle ördüğümüz, üretebildiğimiz anlarında. Eğer soruyorsan kendine “Mutluluk bu ömrün neresinde?” diye. Mutluluk verdiğin anları görmen yanıtı verir sana.
Körler gibi el yordamı ile dışarıda bir şeylerde, henüz olmayanda, şimdi gelmeyende, şu anda gerçekleşmemişte, arıyoruz mutluluğu. Sanıyoruz ki sonu gelmeyecek gibi görünen sınavlar, okullar dersler, diplomalar bitince mutlu olacağız. Çok para ve unvanlar kazanınca, ev alınca, araba alınca, sonra yazlık alınca, evlenince, çocuğumuz olunca, çocuğumuz okulu bitirince, çocuğumuz evlenince… Hayalini kurduğumuz her bir şeye SAHİP olunca mutlu olacağız sanıyoruz.
Mutluluğun sahip olmakla ilgili olmadığını anlamış olmalı ki Jım Carrey, dile getirmiş bir sohbetinde:“Dilerim herkes bir gün ünlü ve zengin olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur; böylece aranılan asıl cevabın bu olmadığını anlar”
Yıllar önce bir bilgelik hikâyesi okumuştum: Yeni krala bağlılığını sunmak için tüm halk huzuruna gider. Her gelene çok cömert davranır, bolca armağanlar dağıtır Kral. Bir tek sade bir şekilde yaşayan bilge gitmez onun huzuruna. Kral meraklanır birçok defa haber yollasa da umursamayıp gitmez bilge. Bunun üzerine Kral dayanamaz ve kalkıp gelir yanına ve sorar neden gelmediğini. Bilge hiçbir şeye ihtiyacı ve bağlılığı olmadığını söyler ona. Kral yine de ısrar eder kendisinden bir şey istemesini. Bunun üzerine bilge, bir çanak uzatır ve yapabilirse doldurmasını ister Kralın. Kral altınlar, gümüşler koyar ardı ardına. Ancak ne koyarsa koysun anında kaybolur çanakta. En sonunda sorar bu çanağın neden yapıldığını. Bilge der ki: Gördün mü? Söylemiştim sana bu çanağı dolduramayacağını. Çanak insan damağından yapılmıştır.
İnsan mutluluğu beklentilerinin, arzularının tatmine bağladığında mutsuz oluyor aslında. Bir şeylere sahip olduğumuzda mutlu olacağımız inancı tam bir yanılsama. Mutluluk dışarıda bir yerden çok içimizde var olanlarda, hayata bakış açımızda ve yorumlayışımızda. Bir başka hayata güzellik ve umut ektiğimiz anlarda. Katıldığım birçok sosyal kampanyada, yardım görenden çok yardım edenin gözlerindeki mutluluğun daha büyük olduğunu gözlemledim. Mutluluk nesneler biriktirmekten çok, yüreği güzel insanlar biriktirmekte. Mutluluk, her gün büyük bir iş yapmaktan çok, sıradan işlerimizi büyük bir özen ve sevgiyle yapmakta. Bilelim ki en bencil insan en mutsuz insandır. Mutluluk, elimizdekinin en iyisini cömertçe paylaşmakta. Kalbimizi her gün etrafımızda ola gelen güzelliklere ve inceliklere açmakta. Mutluluk dışarıdan içeri giren değil içimizden dışarı yayılan bir şeydir. Mutluluk ömrümüzün sevgiyle ördüğümüz, üretebildiğimiz anlarında. Eğer soruyorsan kendine “Mutluluk bu ömrün neresinde?” diye. Mutluluk verdiğin anları görmen yanıtı verir sana.
Facebook Yorum
Yorum Yazın