Asık suratlarda eğreti duran gülümseme çabası ve inandırıcılıktan yoksun iyiyim yanıtları. Yaşıyoruz gibi değil de katlanıyoruz gibi tüm deneyimlerimize. Zaman-hayat elbette her birimiz için bir şekilde geçiyor. Etkin ve mutlu olsa da olmasa da akıyor. Peki: “ Ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır/Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana” (A.Behramoğlu) diyen şairimize nasıl kulak veririz? İçimizde, coşkuyu-neşeyi-aşkı doğurarak hayat armağanımızı onurlandırmayı nasıl mümkün kılabiliriz? Her şey birbirine karıştığında, kendimizi çözümsüz, tıkanmış bulduğumuzda ne yapabiliriz?
Böyle zamanlarım olduğunda sık çıktığım yolculuklar imdadıma yetişir. Uçak yolculuklarını severim. Sadece zaman kazandırması değil sevdiğim. Her yolculukta, gövdesine oranla minik tekerleri yerle temasını kesip gökyüzüne doğru başını doğrulttuğunda sanki benim içimde de beni yere çeken, ağırlaştıran her şey geride kalır. Bırakırım içimde taşıdığım yükleri, kendime dert ettiklerimi. Sonra küçülür, küçülür şehirlerle birlikte sorun olarak gördüğüm şeyler de. İçinde yaşarken, anlamlandıramadığımız, niye bizim başımıza geldi diye söylendiğimiz her bir kişinin-olayın-durumun büyük perspektifte neden gerekli ve yararlı olduğunu keşfettiğimiz olmamış mıdır yaşarken de. Her uçak yolculuğu bunu bir kez daha teyit eder ve anımsatır bana. Yukardan baktığında her şey birbirine bağlanır, bir anlam, bir değer kazanır.
Bazen şehir yağmurlu, kasvetli bir havadayken, bulutların üzerinde bütün sıcaklığıyla ışıldayan güneşi izlediğim olur hayran bir şaşkınlıkla. Sonra derim ki kendime “Sorunlar aşağıdan, çözümler her zaman yukarıdan geliyor. Çıkış yolu bulamıyorsan eğer uzaktan ve yukarıdan bak durumlara. Her zaman bir çıkış yolu, sağaltıcı bir tutum, aydınlık ve müşfik bir yol var. Aşağıda fırtına olsa da yeter derecede görme uzaklığından baktığında, her şey yolunda, sorular da çözümler de sunuluyor sana.”
Bakış açımızı değiştirmek, kendi kısır döngümüzden sıyrılmak için yolculuklara çıkmak iyi gelir insana. Tazeler, yeniler, değiştirir; Başka kokular, başka bakış açıları, aynı durumlara gösterilen başka tutumlar, başka hayatlar… Fiziksel olarak çıkamıyorsak, yolculuklara zihinsel ve duygusal olarak da çıkabiliriz. Yaşadığımız rutin hayatın içinde, bakmadığımız şekilde bakmak, dikkat etmediğimize dikkat etmek de bizi yolculuklara çıkarır esasında: Yürüdüğümüz yollarda cömertçe kokusunu ve renklerini yayan çiçeklerin zarif dokularını izlemek için bir an durmak, koku olmak renk olmak. Ya da biraz sessizliğe yer açıp öten bir kuşun neşe dolu şarkısını söyleyişine kulak vermek. Kim bilir içimizde unuttuğumuz şarkımızla sessizce ona eşlik etmek. Ya da etrafta dolanıp duran bir kediyi izlemek. Nasıl da her koşula adapte olduklarına, esnek yapılarına ve huzurlu dinginliklerine ortak olmak. Ağaçların tüm fırtınaları atlatarak nasıl da dimdik ayakta kaldıklarını, yaşamı devam ettirmenin ilerlemenin nasıl da bir yolunu bulduklarını anlamaya çalışmak. Bir çocukla onun yaşına inip oyunlar oynamak, gözlerinin derinliklerinde her birimizin içinde olan , bazen büyürken unuttuğumuz saf sevecenliği ve coşkuyu yakalamak. Düşeni kaldıran, zor durumda olan birine uzanan müşfik insan elini fark etmek. Anlayış ve sevgi ile gülümseyen bir yüze aynı sevgiyle karşılık verebilmek. Hayatın içinde kaçırdığımız ayrıntılarda yolculuklara çıkmak bizi kendimize getirir.
Ve doğan her gün yeni başlangıçların en büyük kanıtı olarak teşvik ederken taze bir umutla, aşkla, coşkuyla hayata sarılmaya, selam olsun bunu yaşayanlara, yaşatanlara…
Selam
yola çıkınca her sabah,
bulutlara selam ver.
taşlara, kuşlara,
atlara, otlara,
insanlara selam ver.
ne görürsen selam ver.
sonra çıkarıp cebinden aynanı,
bir selamda kendine ver.
hatırın kalmasın el gün yanında.
bu dünyada sen de varsın!
üleştir dostluğunu varlığa,
bir kısmı seni de sarsın... (Ü. Dökmen)
Böyle zamanlarım olduğunda sık çıktığım yolculuklar imdadıma yetişir. Uçak yolculuklarını severim. Sadece zaman kazandırması değil sevdiğim. Her yolculukta, gövdesine oranla minik tekerleri yerle temasını kesip gökyüzüne doğru başını doğrulttuğunda sanki benim içimde de beni yere çeken, ağırlaştıran her şey geride kalır. Bırakırım içimde taşıdığım yükleri, kendime dert ettiklerimi. Sonra küçülür, küçülür şehirlerle birlikte sorun olarak gördüğüm şeyler de. İçinde yaşarken, anlamlandıramadığımız, niye bizim başımıza geldi diye söylendiğimiz her bir kişinin-olayın-durumun büyük perspektifte neden gerekli ve yararlı olduğunu keşfettiğimiz olmamış mıdır yaşarken de. Her uçak yolculuğu bunu bir kez daha teyit eder ve anımsatır bana. Yukardan baktığında her şey birbirine bağlanır, bir anlam, bir değer kazanır.
Bazen şehir yağmurlu, kasvetli bir havadayken, bulutların üzerinde bütün sıcaklığıyla ışıldayan güneşi izlediğim olur hayran bir şaşkınlıkla. Sonra derim ki kendime “Sorunlar aşağıdan, çözümler her zaman yukarıdan geliyor. Çıkış yolu bulamıyorsan eğer uzaktan ve yukarıdan bak durumlara. Her zaman bir çıkış yolu, sağaltıcı bir tutum, aydınlık ve müşfik bir yol var. Aşağıda fırtına olsa da yeter derecede görme uzaklığından baktığında, her şey yolunda, sorular da çözümler de sunuluyor sana.”
Bakış açımızı değiştirmek, kendi kısır döngümüzden sıyrılmak için yolculuklara çıkmak iyi gelir insana. Tazeler, yeniler, değiştirir; Başka kokular, başka bakış açıları, aynı durumlara gösterilen başka tutumlar, başka hayatlar… Fiziksel olarak çıkamıyorsak, yolculuklara zihinsel ve duygusal olarak da çıkabiliriz. Yaşadığımız rutin hayatın içinde, bakmadığımız şekilde bakmak, dikkat etmediğimize dikkat etmek de bizi yolculuklara çıkarır esasında: Yürüdüğümüz yollarda cömertçe kokusunu ve renklerini yayan çiçeklerin zarif dokularını izlemek için bir an durmak, koku olmak renk olmak. Ya da biraz sessizliğe yer açıp öten bir kuşun neşe dolu şarkısını söyleyişine kulak vermek. Kim bilir içimizde unuttuğumuz şarkımızla sessizce ona eşlik etmek. Ya da etrafta dolanıp duran bir kediyi izlemek. Nasıl da her koşula adapte olduklarına, esnek yapılarına ve huzurlu dinginliklerine ortak olmak. Ağaçların tüm fırtınaları atlatarak nasıl da dimdik ayakta kaldıklarını, yaşamı devam ettirmenin ilerlemenin nasıl da bir yolunu bulduklarını anlamaya çalışmak. Bir çocukla onun yaşına inip oyunlar oynamak, gözlerinin derinliklerinde her birimizin içinde olan , bazen büyürken unuttuğumuz saf sevecenliği ve coşkuyu yakalamak. Düşeni kaldıran, zor durumda olan birine uzanan müşfik insan elini fark etmek. Anlayış ve sevgi ile gülümseyen bir yüze aynı sevgiyle karşılık verebilmek. Hayatın içinde kaçırdığımız ayrıntılarda yolculuklara çıkmak bizi kendimize getirir.
Ve doğan her gün yeni başlangıçların en büyük kanıtı olarak teşvik ederken taze bir umutla, aşkla, coşkuyla hayata sarılmaya, selam olsun bunu yaşayanlara, yaşatanlara…
Selam
yola çıkınca her sabah,
bulutlara selam ver.
taşlara, kuşlara,
atlara, otlara,
insanlara selam ver.
ne görürsen selam ver.
sonra çıkarıp cebinden aynanı,
bir selamda kendine ver.
hatırın kalmasın el gün yanında.
bu dünyada sen de varsın!
üleştir dostluğunu varlığa,
bir kısmı seni de sarsın... (Ü. Dökmen)
Facebook Yorum
Yorum Yazın