Müslüm, hayatını anlatan filmde. Film üzerine birçok kişi yazdı, konuştu. Her yaş ve kültür durumundan bu kadar çok insanın ilgisini çekmiş filmin, bu kadar konuşulmasının odak noktası ise yaşanmış travmalar ve her bir insanın içinde aynı boyutlarda olmasa da bir travmaya karşılık gelmesi olabilir bana göre. Çünkü insan olarak içimizde karşılığı olmayan bir şeyi ne anlıyoruz, ne de sevebiliyoruz. Kimimiz ne çok travma yaşamış, inanılır tahammül eldir şey değil, dedi. Kimimiz; “Ben bu kadarını yaşamadım” diyerek, yaşadığı travmaların üstesinden gelmek için bir dayanak daha buldu. Her sanat gibi bu film de arka planda yaraları sardı sarmaladı. Filmde incelemeye açık çok konu var; Kadına şiddet, göç ve beraberindeki sorunlar, erken yaşta çocuk ölümlerinin yaşam kalitesi düşüklüğü ile ilişkisi, düşük eğitim düzeyinin yarattığı sonuçlar, aile olabilmenin kriterleri, dayanışma, acılarla başa çıkma yöntemi, badirelere rağmen iyi olmayı ayakta kalmayı başarabilme, affedebilmenin zorluğu ve büyüklüğü, rağmen sevgi dolu sağlam karakterli bir öğretmene rastlamış olmanın hayat kurtarıcılığı….
Müslüm dinleyen kitle kendisine zarar verirken bunun nedenini soran kişiyi, şöyle yanıtlıyordu: “Onlar yas tutuyorlar” . Yaşadıkları sosyal adaletsizlik, yaşanmamış çocukluk ve gençliğin yanında, değersizlik duygusu ile kişinin kendine yönelttiği öfke, acı ve hayal kırıklığının somutlaşması veya çaresiz bir telafi etme yolu. Başa çıkılamayan travmanın sonuçları sadece.
Kim ben hiç travma yaşamadım diyebilir? Sanırım hiç kimse. Peki büyük ya da küçük bir travma yaşadığımızda bunu fark etme ve çözüm üretme yoluna kim gidebilir? Parmakla sayılabilecek bir azınlık. Bedenimiz hasta olduğunda doktora gidiyoruz veya en basitinden kendimizi sağaltmak için bitkisel çözümlere başvuruyoruz. Peki, ruhumuz hasta olduğunda? Ya fark etmiyoruz, ya zamana bırakıyoruz, ya geçiştiriyoruz. Çünkü ruhum yara aldı, demek çok zor bizim coğrafyada. Ruhumuz hasta olduğunda doktora gitmek ise değer kaybı yaşayacağımız bir damgalama ile yüz yüze bırakıyor bizi.
Geçecek diyoruz, bir yakınımıza anlattığımızda o da aynı şeyi söylüyor. Oysa geçmiyor, oysa bitmiyor. Sonraki yıllarımızda farkında bile olmadan kararlarımızı, belirliyor kapanmayan yaramız. Geçenlerde “Travma” konulu bir seminerde konuşmacı şöyle söyledi: Apartman toplantısına katıldım. Konu; çöplerin nereye nasıl atılacağı, idi. Birisi söz aldı. “Özür dilerim ben temizlik işçisiyim. Affedersiniz çöpçüyüm ben” dedi. Üzüldüm, nasıl bir değersizlik duygusu ise mesleğini özür dileyerek açıklıyor. Ben de bir psikologum. Ben de temizlik işçisiyim, temizlik yapıyorum” dedi. Haklıydı. Travmalarımızı temizlemek için bir bilenin rehberliğini almak gerekli. Her şeyde uzman değiliz ve her şeyi kendi başımıza çözebilecek bilgi ve tecrübeye sahip değiliz. Ayrıca çok önemli bir noktaya dikkat çekti: “Şu üç şeyi birbirine karıştırmamak lazım: Benim işim, onun işi, Tanrı’nın işi” burada sorun başlıyor” Travma yaşadığımızda neyin sorumluluğumuz ve zorunluluğumuz olduğu ve olmadığı ile ilgili yaşadığımız kafa karışıklığı bizi daha uzun süre çözümsüz ve acı içinde bırakıyor. Ve bir araştırmadan bahsetti: “Bir psikiyatr hastalarını üç gruba ayırıyor. Birinci gruba ilaç veriyor. İkinci gruba plasebo veriyor. Üçüncü gruba da yürüme ödevi veriyor. Üç grup hasta da iyileşiyor. Ancak üçüncü gruptaki hastalarda, hastalığın yeniden nüksetmesine rastlanmıyor.” Belki de eskiler bu işleri çözmüşler, ancak kadim bilginin aktarımındaki eksik halka nedeniyle bizler bu bilgiyi unuttuk. Manisa Şifahanesinde var olan odalardan biri ;“meşguliyet terapisi” geleneğin uyguladığı bir iyileşme yöntemi. (Ayrıca belirtmek isterim eskiden “Şifahane” kavramı vardı. Çok daha uygun bir kelime “Hastahane” den. “Şifahane” = şifalanılan yer, ev)
Şimdi bu kadar lafı niye ettik diyecek olursanız; Travma yaşamış kişiler olarak, birlikte yaşamı zorlaştırdığımız aşikar. Hoşgörülü olalım, iyi olalım, sevgi dolu olalım demekle olmuyor. Yaralı tarafımız bazen en olmadık anda ortaya çıkıyor, her şeyi bazen geri döndürülmez bir şekilde krize yol açıyor; Bakınız, üçüncü sayfa haberleri bunlarla dolu. .Hasta olan ruhumuzla sağlıklı, dengeli bir duruş ve ilişkiler ağı oluşmuyor.
Çok şükür ki insan doğası sağlığa ve dengeye eğilimli her şeye rağmen. Yürüdüğümüz yolları tekrarlamamak, yasımızı kendimize ve başkalarına zarar vermeden sonlandırmak için, yaralarımızı sarmanın çaresini arayalım. Yüzleşmek, profesyonel destek almak, iyi bir iç temizlik, anlamlı eylemler yapmak, üretmek, hem bizi hem birlikte yaşamı daha insanca hale getirecektir. İnsan olmak ve insan kalmak en vazgeçilmezimiz.
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın