Sana göre bana göre olmayan bir haklılık ve adalet var; zaman aşımına uğramayan. Zaman terazisi insanı, toplumları tartar, bizim beklediğimiz zamanda olmasa da doğruyu yanlışı yerli yerine koyar. Gerçek gün ışığına çıkar. Hakkını teslim eder sonunda.
Yunanistan ziyaretimde Sokrates’in son anlarını geçirdiği mağaranın dibinde onu saygı ve minnetle yâd ederek kalmıştım epey bir süre. İnsanlığın bu parlak ışığı söndürmenin utancı ile olsa gerek küçücük bir tabela gösteriyordu ona giden yolu. Gençlerin ahlakını bozduğu iddiası ile yargılandı Sokrates. Oysaki o annesi ile aynı mesleği yaptığını söylüyordu: “ Ben de annem gibi ebeyim. O bedenleri doğurtuyor, ben ruhları doğurtuyorum” Meydanlarda halkı düşünmeye, sorgulamaya, iyiliğe ve adalete davet ediyordu. Kaçabilirdi yapmadı, inkâr edebilirdi yapmadı.”Seni haksız yere öldürüyorlar” diyen karısına “Ne yani haklı yere mi öldürselerdi?” diyerek, baldıran zehrini içti. Son anlarını öğrencisi Platon’un eserinden öğreniyorduk. Ölümünden yaklaşık 2500 yıl sonra sembolik olarak toplanan “500’ler Meclisi” Sokrates’i haksız yere öldürdükleri kararı ile iadeyi itibar yaptı.
Giordona Bruno “Tanrı iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanır” sözüyle bilinen filozof, gökbilimci, şair, rahipti. Zamanı aşan bilgisi ve parlak zekâsı ile tüm yaşamında aktarmaya, kitap yazmaya devam etti.1600 yıllarda yaşadı ve Rönesans tohumlarını attı. Her zaman düşüncelerini açıkça ifade etti: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım” ta ki engizisyon onu, ileri sürdüğü evren görüşü nedeniyle, tehlikeli bulup zindana attırıncaya dek. Yedi yıl tek başına denizin dibindeki bir hücrede yaşadıktan sonra kurulan mahkeme dilinin koparılması ve ateşe atılıp yakılması kararı verildiğinde söylediği tek şey” Bu kararın haklı olmadığını biliyorsunuz” oldu. Ölümünden 500 yıl sonra haksız yere öldürüldüğü kararı ile iadeyi itibar yapıldı ve heykeli Roma’da “Çiçek Meydanına” dikildi.
İskenderiyeli Hypatai filozof, matematikçi, astronomdu. Ne yazık ki cehaletin İskenderiye kütüphanesini yakmasıyla yazdığı kitaplar günümüze ulaşmadı. Her zaman aklı, bilimi, sorgulamayı öğrencilerine aktaran Hypatia, farklı etnik köken ve inanıştan öğrencilerine “Bizi birleştiren şeyler, ayıranlardan çok daha fazla” diyerek onları insan olma paydasında birleştirmeyi başarmıştı. Uydurma bir mahkemede suçlandı ama geri adım atmadı. “Felsefeye inanıyorum” dediği ve düşünceyi savunduğu için kışkırtılan cahil bir grup tarafından vahşice öldürülüp ateşe atıldı. Açılan soruşturma sonuçsuz kalsa da tarih onun hakkını teslim aldı.
Bunlar yaşadıkları döneme, ışık olmaya kendini adamış fenerlerden birkaçı yalnızca. Tarihe baktığımızda belli aralıklarla kendini tekrarladığını, sanat-bilim ve felsefeden uzaklaşıldığında ortaçağların, cehaletin ve zorunlu getirisi olarak da acının arttığını gözlemliyoruz. Bilgi olmadan bilgelik olmuyor. Düşünme becerisi (felsefe) olmadan bilgi işe yaramıyor. Sanat olmadan o bilgi incelikle aktarılamıyor. Elbette zaman terazisi insanı, toplumları tartıyor, bizim beklediğimiz zamanda olmasa da doğruyu yanlışı yerine koyuyor ve hakkını teslim ediyor, etmesine ya… Her birimiz bu terazinin hangi kefesinde yer alıyoruz kendi adımıza? Günlük hayatımızda yapıp ettiklerimizle ne yana düşüyoruz? Elbette bilim adamı, filozof, sanatçı değiliz ama kişisel hayatlarımızdaki seçimlerimiz ne yanda? Yönümüz aydınlıkta mı- karanlıkta mı? Tutumlarımız bilgelikten mi yana cehaletten mi? Kalbimizdeki sevgiyle mi hareket ediyoruz korkuyla mı? Adalete mi yol açıyoruz haksızlığa mı? İbrahim’in ateşine su taşıyan karıncanın dediği gibi küçük de olsa safımız belli olsun da…
Yunanistan ziyaretimde Sokrates’in son anlarını geçirdiği mağaranın dibinde onu saygı ve minnetle yâd ederek kalmıştım epey bir süre. İnsanlığın bu parlak ışığı söndürmenin utancı ile olsa gerek küçücük bir tabela gösteriyordu ona giden yolu. Gençlerin ahlakını bozduğu iddiası ile yargılandı Sokrates. Oysaki o annesi ile aynı mesleği yaptığını söylüyordu: “ Ben de annem gibi ebeyim. O bedenleri doğurtuyor, ben ruhları doğurtuyorum” Meydanlarda halkı düşünmeye, sorgulamaya, iyiliğe ve adalete davet ediyordu. Kaçabilirdi yapmadı, inkâr edebilirdi yapmadı.”Seni haksız yere öldürüyorlar” diyen karısına “Ne yani haklı yere mi öldürselerdi?” diyerek, baldıran zehrini içti. Son anlarını öğrencisi Platon’un eserinden öğreniyorduk. Ölümünden yaklaşık 2500 yıl sonra sembolik olarak toplanan “500’ler Meclisi” Sokrates’i haksız yere öldürdükleri kararı ile iadeyi itibar yaptı.
Giordona Bruno “Tanrı iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanır” sözüyle bilinen filozof, gökbilimci, şair, rahipti. Zamanı aşan bilgisi ve parlak zekâsı ile tüm yaşamında aktarmaya, kitap yazmaya devam etti.1600 yıllarda yaşadı ve Rönesans tohumlarını attı. Her zaman düşüncelerini açıkça ifade etti: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım” ta ki engizisyon onu, ileri sürdüğü evren görüşü nedeniyle, tehlikeli bulup zindana attırıncaya dek. Yedi yıl tek başına denizin dibindeki bir hücrede yaşadıktan sonra kurulan mahkeme dilinin koparılması ve ateşe atılıp yakılması kararı verildiğinde söylediği tek şey” Bu kararın haklı olmadığını biliyorsunuz” oldu. Ölümünden 500 yıl sonra haksız yere öldürüldüğü kararı ile iadeyi itibar yapıldı ve heykeli Roma’da “Çiçek Meydanına” dikildi.
İskenderiyeli Hypatai filozof, matematikçi, astronomdu. Ne yazık ki cehaletin İskenderiye kütüphanesini yakmasıyla yazdığı kitaplar günümüze ulaşmadı. Her zaman aklı, bilimi, sorgulamayı öğrencilerine aktaran Hypatia, farklı etnik köken ve inanıştan öğrencilerine “Bizi birleştiren şeyler, ayıranlardan çok daha fazla” diyerek onları insan olma paydasında birleştirmeyi başarmıştı. Uydurma bir mahkemede suçlandı ama geri adım atmadı. “Felsefeye inanıyorum” dediği ve düşünceyi savunduğu için kışkırtılan cahil bir grup tarafından vahşice öldürülüp ateşe atıldı. Açılan soruşturma sonuçsuz kalsa da tarih onun hakkını teslim aldı.
Bunlar yaşadıkları döneme, ışık olmaya kendini adamış fenerlerden birkaçı yalnızca. Tarihe baktığımızda belli aralıklarla kendini tekrarladığını, sanat-bilim ve felsefeden uzaklaşıldığında ortaçağların, cehaletin ve zorunlu getirisi olarak da acının arttığını gözlemliyoruz. Bilgi olmadan bilgelik olmuyor. Düşünme becerisi (felsefe) olmadan bilgi işe yaramıyor. Sanat olmadan o bilgi incelikle aktarılamıyor. Elbette zaman terazisi insanı, toplumları tartıyor, bizim beklediğimiz zamanda olmasa da doğruyu yanlışı yerine koyuyor ve hakkını teslim ediyor, etmesine ya… Her birimiz bu terazinin hangi kefesinde yer alıyoruz kendi adımıza? Günlük hayatımızda yapıp ettiklerimizle ne yana düşüyoruz? Elbette bilim adamı, filozof, sanatçı değiliz ama kişisel hayatlarımızdaki seçimlerimiz ne yanda? Yönümüz aydınlıkta mı- karanlıkta mı? Tutumlarımız bilgelikten mi yana cehaletten mi? Kalbimizdeki sevgiyle mi hareket ediyoruz korkuyla mı? Adalete mi yol açıyoruz haksızlığa mı? İbrahim’in ateşine su taşıyan karıncanın dediği gibi küçük de olsa safımız belli olsun da…
Facebook Yorum
Yorum Yazın