Geçen hafta Celal Bayar Üniversitesi’nin, Mevlana’nın 745. Vuslat yıl dönümü nedeni ile organize ettiği etkinliğe katıldım. Birçok şehzadenin eğitim almış olduğu tarihi Manisa Mevlevi Hanesi’nde idi program. Yıllarca “Tasavvuf Sohbetleri’ni” dinlemiş olduğum, kitaplarını büyük bir ilgi ile okuduğum Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç konuşmacı idi. Kendisi unvanının hakkını veren nadide insanlarımızdan birisi. En uzun karanlık gecede (Şeb-i Yelda) yaptığı konuşma karanlığa yakılan ışık gibiydi. Bir kısmını orda olamayanlar için aktarmaya çalışacağım:
“Kelimeler içi dolu ve kişide bir karşılığı var ise anlamlıdır. Bu gün herkes “birlik” ten bahsediyor. Ama birliği yaşadığı yok. Birlik slogan hale dönüşmüş, ancak içi boş. Hz. Mevlana bunu yaşamıştı. Bu gün Hz Mevlana bir markaya, bir bibloya indirgedik. Eserlerini anlamıyoruz, yaşamıyoruz. Eğer onu anlıyor olsa idik bugün hayvanlara işkence edilmezdi. Kadınlar ve çocuklar şiddet görmezdi. Okuldaki genç çocuklar silahla birbirini öldürmezdi. Bugün bunlar neden oluyor? İslam’ın sadece fıkıh bilgisinin aktarılmasından kaynaklanıyor. Fıkıh nedir? İslam hukukudur. Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur? Uygulamalar ile ilgili kurallardır. Eğer çocuklarımızı sadece kurallarla, ilmihal bilgileri ile büyütür ruhunu, felsefesini aktarmazsak, irfanı öğretmezsek, diğerini ötekileştiren, camide bile bir başkasını eleştiren, başkasını yargılamaya ve zarar vermeye hakkı olduğunu düşünen sevgisiz insanlar ortaya çıkar. Neden bizlerden arif, filozof, bilge çıkmıyor? Çünkü ruhunu anlamadık.
Kanuni dönemindeki Şeyhülislam Çivizade Muhyiddin Efendi, Fıkıh konusunda devrin en önemli âlimi idi. İslam kanunlarını biliyordu, felsefesini değil. Ancak Hz. Mevlana ve İbn-i Arabî hakkında verdiği “küfürde oldukları” fetvaları nedeni ile Kanuni tarafından görevden alındı. Kanuni çizgiyi aştığını belirterek, bir şiir yazdı sonrasında “Aşktan bir damla nasibin olsa idi Mevlana’ya laf etmezdin”. Der dizelerinde. Sefere çıkmadan önce Mevlana’yı ziyaret ettiği, ayrıca Mevlevi olduğu ve sema törenlerine de katıldığı rivayet edilmektedir. Zahiri derslerin okutulduğu medreselerde Mesnevi okutulma şartı konuluyor. Bu gün de Mesnevi zorunlu ders kapsamına alınmalıdır. Mevlana burada ne demek istemiş, mesajı nedir? Anlamaya çalışmalıyız. Mevlana bir bölümde;
“Adamın biri dört kişiye bir dirhem verdi. Adamlardan biri:
- Bu parayla engûr alalım, dedi.
Diğeri Arap'tı:
- Hayır, dedi, ben inep isterim, engûr değil. Üçüncüsü Türk'tü:
- Ne engûr, ne inep, bununla üzüm alalım, diye tutturdu.
Dördüncüleri Rum'du, o da itiraz etti:
-Bırakın bu lafları, dedi, bununla istafil alalım.
Derken kavgaya başladılar. Birbirlerini yumrukluyor, tokatlıyorlardı. Pek çok dil bilen alim birisi onları gördü:
- Durun, dedi, hepinizin de istediği olacak. Parayı aldı, onlara üzüm getirdi.
Türk, Rum ve Arab'ın kavgasından engûr ve inep şüphelerinden başka bir şey çıkmaz. Bu ikilik, manevi dilleri bilen bir Süleyman gelmedikçe kalkmaz.”
Dilde beraberlik yakınlaşmanın amilidir. İnsan kendisine yakın olmayanların yanında mahpus gibidir. Gönül beraberliği, dil beraberliğinden daha iyidir. Gönülleri birleştirmedikçe hiçbir toplumsal proje çare üretemez. Gönülden sessiz, harçsız binlerce tercüman zuhur eder, diller farklı da olsa birbirini anlar. Bizler birleştirmeye geldik, ayırmaya gelmedik. Bölücülerin bizim dergâhımızda işi olmaz. Mevlana’nın ruhundan istifade edelim. Bir zamanlar bu mekânlarda insan yetiştirildi. Nasıl yetiştirildi, onu anlamaya çalışalım. Bizim topraklarımızda yetişen bilgelere kulak verelim, onların dediklerini yaşamaya çalılaşalım.”
Ne yazık ki hocaya verilen süre oldukça az idi. Ancak bu sürede toplumsal olarak neden yozlaştığımızı, gerçekçi bir dille ve net olarak ifade etti. Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın verdiği mesaja ve çare önerisine bütün kalbimle katılıyorum. Eğer bilgiyi görüntüden ve dilden kalbe indiremez isek birleşmemiz ve ilerlememiz mümkün görünmüyor. Aşk denizinin sultanı Mevlana’yı anlamak ve kalbimizi büyütmek için yola çıkalım.
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın