Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

TAŞIN FAZLASINI ATMAK!

Ünlü heykeltıraş Rodin’e heykelleri nasıl yaptığı sorulduğunda “Taşın fazlasını atıyorum hepsi bu” diye yanıtlamıştı. Rönesans heykel sanatının başyapıtı olarak kabul edilen 5,17 m yüksekliğindeki tek parça mermerden oluşan, Davut heykelini yapması 3 yılını alan Mıchelangelo da hangi fazlalığını atacağını görmek için, uzun zaman hiçbir şey yapmadan oturdu devasa mermerin karşısında. Sonra aldı eline keskiyi ve fazlalıklarını atarak taşın içindeki şaheseri çıkardı ortaya.

Günlük hayatımızda aksayan, hayatı zorlaştıran o kadar çok eksik var ki… Çözümsüz kaldığımızda dilimizden dökülüveriyor hep eğitim eksikliğinden bunlar diye. Peki, hepimizin hakkında çok şey bildiğini düşündüğü ve bolca konuştuğu eğitim nedir? Eğitim kelimesi Latince “Educare” den geliyor kişiye yeni bir şey eklemek değil de kendi içindeki potansiyeli ortaya çıkarmak için dönüştürmek anlamında. Tam da Rodin’in, Michelangelo’nun yaptığı gibi insandaki fazlalıkları atarak kendi içinde potansiyel olarak bulunan insana dönüşmesini sağlamak eğitimin işi.

Oysa biz uzun süredir unuttuk eğitimin anlamını. Öğrenim görmüş olmakla eğitilmiş olmayı bir tutuyoruz. Hırsla ve yarış halinde idrak etmedikleri, uygulama çabasına girmedikleri bilgiler yüklüyoruz beyinlere ve hatırlama kapasitelerine göre payeler dağıtıyoruz her birine. Kullanmayacağımız, idrake dönüştürmediğimiz, bilgiyi ezberlemek, daha hızlı soru çözmek,  adımızın önündeki unvanlar eğitimli yapmıyor hiçbirimizi. Ne kendi içimizde daha uyumlu yapıyor bizi ne de toplumsal yaşamda.

Uzak doğuya, öğrenmek için giden bir aday sorar ustaya: “Söylediklerinin hepsini yapmak için bütün gün çalışırım. Sizin bana öğreteceklerinizi öğrenmem ne kadar zamanımı alır?” Usta yanıtlar “Beş yıl” Öğrenci der ki “Peki iki katı çalışsam?” Usta : “ On yıl” diye yanıtlar. Öğrenci: “ Daha da fazla çalışırım üç katı hatta gerekirse hiç uyumam” Usta “O zaman yirmi yılda öğrenirsin” diye yanıtlar. Bilgiye hırsla mı yaklaşıyoruz artık. Sadece zihinsel olarak öğrenmeyi, bilgiye eşya gibi sahip olmayı yeterli mi görüyoruz? Aklı hayatiyet vermediğimiz bilgiyle doldurmak mı eğitimin görevi? Belki de bilgiyi öğrenmeyi yeterli görüp onu zihinden kalbe kalpten de eyleme indirmeyi unuttuk artık. Oysaki bu eğitimin asıl işlevi…
Bizi, dünkü halimizden daha nazik, daha sade, daha samimi, daha doğal, daha esnek, daha mütevazı, daha sevgi dolu, daha barışçıl, daha adil, daha birleştirici…. yapamıyorsa bilgimiz, sadece öğrenmişizdir. Eğitim almış olduğumuzdan bahsedemeyiz. Tıpkı taşın içindeki potansiyeli ortaya çıkaran bir heykeltıraş gibi, fazlalıklarımızdan arındırarak eğitiriz kendimizi.

Bilginin eşiğinde her durduğumuzda, uyaralım varlığımızı sadece yüzeysel bilgiyle kalmamaya: Dikkat et ey Kalbim! Bilgeliğe dönüştürmediğin bilgi; gözünü kör, kulağını sağır, içini şefkatsiz, seni kibirli yapar. Uygulama çabasına girmediğin, eylemlerinde hayat bulmayan, seni kalbinden uzaklaştıran, her fazlaya kapını kapa…

Facebook Yorum

Yorum Yazın