Ne çabuk ötekileştiriyoruz dışımızdakileri. Ne kadar çabuk yargılarda bulunuyoruz, zihnimizin kıyısında peşin hükümler. Biz ne kadar doğruyuz, harikayız, haklıyız, güzeliz ve hakkımız var gibi bir başkasını yargılamaya. Kimi zaman gizliden kimi zaman açıktan kibirli, onaylamayan ön yargımızla bakmaya. “Şeytanın Avukatı” filminde sık tekrarlanan bir replik vardır. İzleyenler hatırlarlar “En favori günahım KİBİRDİR” Kılık değiştirmiş bir biçimde gezinen ne çok kibrimiz var!
“İnsanlar (veya X kişisi) kötüler, yanlış düşünüyorlar, yanlış davranıyorlar, yanlış seçimleri var, cahiller, anlamıyorlar, hiçbir erdem gözetmiyorlar…” Algı alanımızın içine giren herkes ile ilgili uzak veya yakın olsun bir yargı var kafamızda. Olumlu olanlar da nihayetinde bir yargı olsa da olumsuz olanlar kadar etkilemiyor ve rahatsız etmiyor bizi. Ne kadar da hazırız diğerini yargılamaya, üstelik kendi yargıçlığımızı henüz başaramamışken.
Bir gün bir felsefi eğitimde iken hocam şöyle söylemişti: “Dışarıda gördüğün ve kızdığın eleştirdiğin, beğenmediğin her ne ise sende de bir karşılığı var. Kendi içine bak.” Duyduklarıma inanamamıştım.“Nasıl olur? Ben de karşılığı mı var?” Düşündüm uzun süre ve anladım ve hak verdim. Yargıladığımız, kınadığımız, küçümsediğimiz her şeyin bizde bir karşılığı var. Belki de çok derinde gizlenen, bize dokunan bir tarafı. Bu kısmı her birimizin kendi içine, kendi bakışına, kendi yorumuna bırakıyorum.
Bilelim ki düşündüğümüz hissettiğimiz her şeyi, tıpkı koku gibi her yana yayıyoruz. En cahil en anlamaz dediğimiz kişiler bile bunu algılıyor ve içgüdüsel olarak tepki veriyor. Bir başkasını her yargıladığımızda onun değişme hakkını da elinden alıp, etiketleyip bir rafa kaldırıyoruz. İnsanın varlığı-özüyle, cehalet içinde olan kısmını bir torbaya koymuş oluyoruz. Oysaki insan, davranışları değildir. Özümüz denen yerde hepimiz biriz. Öz değişmez zamansızdır, kalıcıdır. Ama davranışlar değişebilir. Bir filozof diyor ki: “Ya eğiteceksin ya katlanacaksın” (Marcus Aurelıus). Eğitmek uzun ve zahmetli bir iş, biz kolayı seçerek yargılıyoruz çoğu zaman. Üstelik halk arasında söylene geldiği gibi “Yargıladığın şeyi yaşamadan ölmezsin” gerçeğini de unutarak.
Önyargılarımızı, kınamalarımızı nasıl aşabiliriz? ANLAMAK’la. Hiçbir yaşamın hayat tecrübesinin, geçtiği yolların, imkânları dâhilinde olanın içinde değiliz. Belki de aynı koşullarda biz olsak bir ihtimal aynı olacaktık. SEVMEK’le. Seversek, gerçekten seversek yargılamaya vaktimiz kalmaz zaten. Şefkatli ve sevgi dolu edimler, karanlıkta kalmış her kişiyi olumlu yönde besler, değiştirir. OLGUNLAŞMAK’la. Olgunlaştığımızda yine görürüz eksik olanı, yanlış yolu, yanlış tutumu, cehaleti. Ancak bunları görmek; bizde öfke, kızgınlık ya da küçümseme duyguları oluşturmaz artık. Üzülebiliriz, o kişi ve kişinin eksikleri nedeni ile yaşayacağı ve yaşatacağı acılar için. Ve gücümüz, imkânımız, bilgimiz var ise harekete geçebiliriz, iyiye-doğruya yöneltmek için. Eğer biliyorsak ve “Bilenin bilmeyene borcu var” ise borcumuzu ödeme fırsatını değerlendirebiliriz.
Kendi içimizde aşmadığımız onca yol varken, bir başkasını, geride bıraktığımız basamakların herhangi bir yerinde bile olsa yargılamaya, kınamaya hakkımız var mı?
Eğer birini yargılayacaksak ilkin kendimizden, kendi karanlık yönlerimizden başlamak belki de en doğrusu ve adili olur.Halil Cibran’ın yaptığı gibi….
"Yedi kez ruhumu kinadim
Ilki; yükseklere ulasmada zayiflik gosterdigini gordugum zaman.
İkincisi; dosdoğru gidenlerin önünde sekerek yürüdüğünü gördüğüm zaman.
Üçüncüsü; kolayla zor arasında seçenek sunulduğunda kolay olanı yeğlediğinde.
Dördüncüsü; bir suç isleyip sonra da başkalarının benzer suçlarını görüp teselli bulduğunda
Besincisi; kendi zayıflığına tahammül edip, üstelik bunu güçlü olusuna bağladığında.
Altıncısı; bir yüzün çirkinliğini hor görüp, aslında bunun kendi maskelerinden biri olduğunu fark edemediğinde.
Yedincisi; bir övgü şarkisi söyleyip, bunu erdem sandığında"
“İnsanlar (veya X kişisi) kötüler, yanlış düşünüyorlar, yanlış davranıyorlar, yanlış seçimleri var, cahiller, anlamıyorlar, hiçbir erdem gözetmiyorlar…” Algı alanımızın içine giren herkes ile ilgili uzak veya yakın olsun bir yargı var kafamızda. Olumlu olanlar da nihayetinde bir yargı olsa da olumsuz olanlar kadar etkilemiyor ve rahatsız etmiyor bizi. Ne kadar da hazırız diğerini yargılamaya, üstelik kendi yargıçlığımızı henüz başaramamışken.
Bir gün bir felsefi eğitimde iken hocam şöyle söylemişti: “Dışarıda gördüğün ve kızdığın eleştirdiğin, beğenmediğin her ne ise sende de bir karşılığı var. Kendi içine bak.” Duyduklarıma inanamamıştım.“Nasıl olur? Ben de karşılığı mı var?” Düşündüm uzun süre ve anladım ve hak verdim. Yargıladığımız, kınadığımız, küçümsediğimiz her şeyin bizde bir karşılığı var. Belki de çok derinde gizlenen, bize dokunan bir tarafı. Bu kısmı her birimizin kendi içine, kendi bakışına, kendi yorumuna bırakıyorum.
Bilelim ki düşündüğümüz hissettiğimiz her şeyi, tıpkı koku gibi her yana yayıyoruz. En cahil en anlamaz dediğimiz kişiler bile bunu algılıyor ve içgüdüsel olarak tepki veriyor. Bir başkasını her yargıladığımızda onun değişme hakkını da elinden alıp, etiketleyip bir rafa kaldırıyoruz. İnsanın varlığı-özüyle, cehalet içinde olan kısmını bir torbaya koymuş oluyoruz. Oysaki insan, davranışları değildir. Özümüz denen yerde hepimiz biriz. Öz değişmez zamansızdır, kalıcıdır. Ama davranışlar değişebilir. Bir filozof diyor ki: “Ya eğiteceksin ya katlanacaksın” (Marcus Aurelıus). Eğitmek uzun ve zahmetli bir iş, biz kolayı seçerek yargılıyoruz çoğu zaman. Üstelik halk arasında söylene geldiği gibi “Yargıladığın şeyi yaşamadan ölmezsin” gerçeğini de unutarak.
Önyargılarımızı, kınamalarımızı nasıl aşabiliriz? ANLAMAK’la. Hiçbir yaşamın hayat tecrübesinin, geçtiği yolların, imkânları dâhilinde olanın içinde değiliz. Belki de aynı koşullarda biz olsak bir ihtimal aynı olacaktık. SEVMEK’le. Seversek, gerçekten seversek yargılamaya vaktimiz kalmaz zaten. Şefkatli ve sevgi dolu edimler, karanlıkta kalmış her kişiyi olumlu yönde besler, değiştirir. OLGUNLAŞMAK’la. Olgunlaştığımızda yine görürüz eksik olanı, yanlış yolu, yanlış tutumu, cehaleti. Ancak bunları görmek; bizde öfke, kızgınlık ya da küçümseme duyguları oluşturmaz artık. Üzülebiliriz, o kişi ve kişinin eksikleri nedeni ile yaşayacağı ve yaşatacağı acılar için. Ve gücümüz, imkânımız, bilgimiz var ise harekete geçebiliriz, iyiye-doğruya yöneltmek için. Eğer biliyorsak ve “Bilenin bilmeyene borcu var” ise borcumuzu ödeme fırsatını değerlendirebiliriz.
Kendi içimizde aşmadığımız onca yol varken, bir başkasını, geride bıraktığımız basamakların herhangi bir yerinde bile olsa yargılamaya, kınamaya hakkımız var mı?
Eğer birini yargılayacaksak ilkin kendimizden, kendi karanlık yönlerimizden başlamak belki de en doğrusu ve adili olur.Halil Cibran’ın yaptığı gibi….
"Yedi kez ruhumu kinadim
Ilki; yükseklere ulasmada zayiflik gosterdigini gordugum zaman.
İkincisi; dosdoğru gidenlerin önünde sekerek yürüdüğünü gördüğüm zaman.
Üçüncüsü; kolayla zor arasında seçenek sunulduğunda kolay olanı yeğlediğinde.
Dördüncüsü; bir suç isleyip sonra da başkalarının benzer suçlarını görüp teselli bulduğunda
Besincisi; kendi zayıflığına tahammül edip, üstelik bunu güçlü olusuna bağladığında.
Altıncısı; bir yüzün çirkinliğini hor görüp, aslında bunun kendi maskelerinden biri olduğunu fark edemediğinde.
Yedincisi; bir övgü şarkisi söyleyip, bunu erdem sandığında"
Facebook Yorum
Yorum Yazın