Asıl adı Aristokles’ti -geniş omuzlu- anlamına geliyordu. Onu çok seven ve fikirlerini takdir eden doğulular ise Eflatun dediler, hocasını geçecek ölçüde felsefi çıtaya sahip Platon’a. İ.Ö. 428 de Atina’da doğdu. Şiir ve matematikte öne çıkmış olimpiyatlarda ödül kazanmıştı. Bir gün Agorada konuşma yapan “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” diyen, Sokrates ile karşılaştığında on dokuz yaşındaydı. Ve onun ölümüne kadar yanından ayrılmadı. Yirmi sekiz yaşında hocasını kaybettiğinde Mısıra ve ardından İtalya’ya gitti. Sonra tekrar Atina’ya dönerek Akademia’yı kurdu ve Aristo başta olmak üzere pek çok kişiyi yetiştirdi fikir dünyasında.
Dilimize “Devlet” olarak çevrilen “ Rex Publica-Kamuya Dair” adlı on kitaptan oluşan kitabının yedincisinde çok etkileyici “Mağara Mitosu”nu miras bıraktı Platon, kendisinden sonraki kuşaklara: Doğdukları günden beri, elleri ve ayakları zincirlerle bağlı insanlar, ışığa arkaları dönük oturmaktadır mağarada. Dışarıdan sızan ışığın yarattığı gölgeleri izlemekte, gölgelerden konuşmakta, gölgelere inanmaktalar, yankıları duymaktalar, yaşamları boyunca. İçlerinden birisi cesaret edip bırakınca zincirlerini yol almaya başlar mağaranın dışındaki ışığa. Gözleri kamaşır ilk önce ışıktan, biraz zaman sonra, alıştığında hayranlıkla bakar asıl olanlara. Karar verir dönüp mağaradakilere ışığı ve asıl olan hakikati anlatmaya. Dönüş yolculuğunda karanlığa alışması gerekmektedir tekrar. Rastladığı her insana zincirlerini göstermeye, gördüklerinin dışarıdakinin gölgeleri olduğunu anlatmaya çalışır aşkla. Ne var ki çoğunluk inanmaz, bazıları da kızar ona. Mağaradır onların tek gerçeği, alıştıkları zincirleri bırakmak istemezler kolaylıkla. Arayan, uyanmak –zincirlerini kırmak isteyen ve hakikatin peşine düşmeyi göze alan cesur bir yürek çıkıncaya kadar aktarır bildiğini her rastladığına.
Platon der ki “Öğrenmek hatırlamaktır” ve her öğrenmek isteyene gelen, bir uyandıran bulunur mutlaka. Bize sunulanı sorgulamadan aldıkça, güvenli, alışıldık ve sırasını-sonrasını bildiğimiz yerlerde yol aldıkça, mağaradayız; her birimizin zinciri başka. Belki bir ömür uyanmadan geçiyor, geçici ve değişken arzularımız bizi tutsak kılıyor tüm anlarımızda. Bazen duygularımız, zincirimizin bir halkasını oluşturuyor, bazen sahip olduklarımız, kimi zaman da korkularımız ardı ardına. Ne kadar yollar ve yıllar boyu yol alsak da bir masal oluyor belki hayatımız tam da tüm masalların başlangıcında yer aldığı gibi “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de bakmışız ki; bir arpa boyu yol gitmişiz” yaşam boyunca. Biraz cesaret, biraz irade, biraz merak ve çokça AŞK hakikate taşıyacak bizleri, yolu yürümeye talip olunca. Platonun dediği gibi ruhumuzun zaten bildiği, ancak zincirlerimize tutsak mağarada gölgelerle oyalanırken unuttuğumuz GERÇEĞİMİZ, çiçekler açtıracak konuşmamızda, duruşumuzda, bakışımızda, aklımızda, kalbimizde ve ruhumuzda.
Dilimize “Devlet” olarak çevrilen “ Rex Publica-Kamuya Dair” adlı on kitaptan oluşan kitabının yedincisinde çok etkileyici “Mağara Mitosu”nu miras bıraktı Platon, kendisinden sonraki kuşaklara: Doğdukları günden beri, elleri ve ayakları zincirlerle bağlı insanlar, ışığa arkaları dönük oturmaktadır mağarada. Dışarıdan sızan ışığın yarattığı gölgeleri izlemekte, gölgelerden konuşmakta, gölgelere inanmaktalar, yankıları duymaktalar, yaşamları boyunca. İçlerinden birisi cesaret edip bırakınca zincirlerini yol almaya başlar mağaranın dışındaki ışığa. Gözleri kamaşır ilk önce ışıktan, biraz zaman sonra, alıştığında hayranlıkla bakar asıl olanlara. Karar verir dönüp mağaradakilere ışığı ve asıl olan hakikati anlatmaya. Dönüş yolculuğunda karanlığa alışması gerekmektedir tekrar. Rastladığı her insana zincirlerini göstermeye, gördüklerinin dışarıdakinin gölgeleri olduğunu anlatmaya çalışır aşkla. Ne var ki çoğunluk inanmaz, bazıları da kızar ona. Mağaradır onların tek gerçeği, alıştıkları zincirleri bırakmak istemezler kolaylıkla. Arayan, uyanmak –zincirlerini kırmak isteyen ve hakikatin peşine düşmeyi göze alan cesur bir yürek çıkıncaya kadar aktarır bildiğini her rastladığına.
Platon der ki “Öğrenmek hatırlamaktır” ve her öğrenmek isteyene gelen, bir uyandıran bulunur mutlaka. Bize sunulanı sorgulamadan aldıkça, güvenli, alışıldık ve sırasını-sonrasını bildiğimiz yerlerde yol aldıkça, mağaradayız; her birimizin zinciri başka. Belki bir ömür uyanmadan geçiyor, geçici ve değişken arzularımız bizi tutsak kılıyor tüm anlarımızda. Bazen duygularımız, zincirimizin bir halkasını oluşturuyor, bazen sahip olduklarımız, kimi zaman da korkularımız ardı ardına. Ne kadar yollar ve yıllar boyu yol alsak da bir masal oluyor belki hayatımız tam da tüm masalların başlangıcında yer aldığı gibi “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de bakmışız ki; bir arpa boyu yol gitmişiz” yaşam boyunca. Biraz cesaret, biraz irade, biraz merak ve çokça AŞK hakikate taşıyacak bizleri, yolu yürümeye talip olunca. Platonun dediği gibi ruhumuzun zaten bildiği, ancak zincirlerimize tutsak mağarada gölgelerle oyalanırken unuttuğumuz GERÇEĞİMİZ, çiçekler açtıracak konuşmamızda, duruşumuzda, bakışımızda, aklımızda, kalbimizde ve ruhumuzda.
Facebook Yorum
Yorum Yazın