Yaşamın bize biçtiği çeşitli roller içinde, zamanı ve mekânı paylaştığımız insanları şekillendiriyoruz - tabi onlar da bizi şekillendiriyor. Tıpkı akan bir nehrin taşların sert ve keskin kenarlarını zamanla suyun kendi yumuşaklığı ile yumuşatıp şekillendirmesi gibi. Birlikte yaşam, sert ve keskin taraflarımızı törpülüyor, esnetiyor yumuşatıyor. Kimi zaman kırıyor kimi zaman kırılıyoruz. Yaşadığımız sürece bu şekil verme-şekil alma işimiz devam ediyor. Hayat bize öğretmenin yolunu buluyor bir şekilde, öğrenmemek de diretsek bile.
Ancak bazen suyun şekillendirmesini kabullenemediğimiz zamanlarımız oluyor birlikte yaşamda bağışlayamadığımız olaylar ve durumlar. Bağışlama ne kısa ama içeriği ne uzun bir kelime… Kimi zaman düşen bir çocuğun kanayan dizini umursamadan “Acımadı ki” demesi gibi yok sayıyoruz, gönül koyduklarımızı. Acıdı demek, kırıldım demek, yüzleşmek cesaret ve güç gerektiriyor. Yaramız taze ve açık olduğunda bu gücü bulamıyoruz kendimizde. Zamanla aşağılara itiyoruz onu. Yok saymak kolay geliyor çünkü. Bazen de tek bir hayal kırıklığını, öfkeyi ağır bir yük gibi içimizde taşıdığımız, her gittiğimiz yere götürdüğümüz oluyor yıllarca. Hayat yoruyor diyoruz ya bazen, aslında bırakamadığımız her bir yük yoruyor bizi yol boyunca… Hiçbir zaman olduğumuz yerde, olduğumuz anda, tüm varlığımız ile bulunmaya izin vermiyor. Bağışlayamamak, algımızı çarpıtıyor, yaşadığımız her anı bir miktar griye boyuyor sessizce. Bazen de bağışlayamamak kine dönüşüyor, haklılığımızı kanıtlamak, bedel ödetmek, intikam almak arzusu yakıp kavuruyor içimizi. Beklenmedik bir anda, kontrolsüz bir biçimde baskı altında tutulan bir volkan gibi kükreyerek ortaya çıkıp her şeyi yıkıncaya dek baskı yapıyor içimize.
Bağışlamamak en çok bize zarar veriyor aslında. Görünmez bir zincirle elimizi kolumuzu bağlıyor içimizde düğüm olarak kalmış bu duygu. Özgür olmamızı engelliyor. Belki de anlayış eksikliğinden, sevgi eksikliğinden, zayıflık nedeniyle, istenmeden yapılan bir hatanın bedelini kendimize ödetiyoruz yıllarca.Zaman aksa mekan ve yüzler değişse de iç olarak takılı kalıyoruz o noktaya.Belki de bağışlamaya ilk önce kendimizden başlamak lazım.Çünkü her yaşanılan da az ya da çok bizim de bir payımız var.Öngöremediğimiz bir gidişat, az veya fazla verdiğimiz değer, yanlış bir konumlandırma, idrak edememiş olduğumuz bir durum, hatalı bir tutum….Belki de yüzde yüz haklı değilizdir.Hiç mi payımız yok tüm yaşanılan da?Bilelim ki hiç kimse, ruhsal olarak hasta değilse, bilerek acı vermez kimseye.Bize göre yanlış bir davranışın bile kendi içindeki zemine göre bir iyilik nedeni ve mantık kurgusu vardır. Bağışlamamanın verdiği akıl tutulmasını yendiğimizde anlamanın ferahlatıcı suyu akmaya başlar, her yarı doğruyu yerine koyar. Bağışlama eksik ve yanlış tutumun tekrar etmesine izin vermek anlamına gelmiyor elbette. Bize düşen bunu anlamak yerli yerine koymak, gereken tedbiri alarak yola devam etmek yalnızca.
“Bana yaptığın kötülüğü bağışlıyorum ama ya kendine yaptığın onu nasıl bağışlarım?” Bu sözdeki bağışlama derinliğini, anlayış inceliğini ve kötülüğü yapan kişiye rağmen duyulan yüksek sevgi düzeyini idrak etmem uzun zaman aldı. Anladım ki “ Hiçbir kötülük onu çıkaranı içine almadan son bulmaz” Bu nedenle ne kendimize haksızlık edip öfkeyi ve kini taşımaya gerek var ne de bize yapılmış olası bir haksızlığın bedelini ödetmeye girişmek anlamlı. Her birimiz doğa yasayı gereği ektiğimizi biçiyoruz sonunda. Ektiğimiz tohumlar, sevgi, incelik ve adalet ise er ya da geç çiçek açacaklar yol aldıkça…..
Ancak bazen suyun şekillendirmesini kabullenemediğimiz zamanlarımız oluyor birlikte yaşamda bağışlayamadığımız olaylar ve durumlar. Bağışlama ne kısa ama içeriği ne uzun bir kelime… Kimi zaman düşen bir çocuğun kanayan dizini umursamadan “Acımadı ki” demesi gibi yok sayıyoruz, gönül koyduklarımızı. Acıdı demek, kırıldım demek, yüzleşmek cesaret ve güç gerektiriyor. Yaramız taze ve açık olduğunda bu gücü bulamıyoruz kendimizde. Zamanla aşağılara itiyoruz onu. Yok saymak kolay geliyor çünkü. Bazen de tek bir hayal kırıklığını, öfkeyi ağır bir yük gibi içimizde taşıdığımız, her gittiğimiz yere götürdüğümüz oluyor yıllarca. Hayat yoruyor diyoruz ya bazen, aslında bırakamadığımız her bir yük yoruyor bizi yol boyunca… Hiçbir zaman olduğumuz yerde, olduğumuz anda, tüm varlığımız ile bulunmaya izin vermiyor. Bağışlayamamak, algımızı çarpıtıyor, yaşadığımız her anı bir miktar griye boyuyor sessizce. Bazen de bağışlayamamak kine dönüşüyor, haklılığımızı kanıtlamak, bedel ödetmek, intikam almak arzusu yakıp kavuruyor içimizi. Beklenmedik bir anda, kontrolsüz bir biçimde baskı altında tutulan bir volkan gibi kükreyerek ortaya çıkıp her şeyi yıkıncaya dek baskı yapıyor içimize.
Bağışlamamak en çok bize zarar veriyor aslında. Görünmez bir zincirle elimizi kolumuzu bağlıyor içimizde düğüm olarak kalmış bu duygu. Özgür olmamızı engelliyor. Belki de anlayış eksikliğinden, sevgi eksikliğinden, zayıflık nedeniyle, istenmeden yapılan bir hatanın bedelini kendimize ödetiyoruz yıllarca.Zaman aksa mekan ve yüzler değişse de iç olarak takılı kalıyoruz o noktaya.Belki de bağışlamaya ilk önce kendimizden başlamak lazım.Çünkü her yaşanılan da az ya da çok bizim de bir payımız var.Öngöremediğimiz bir gidişat, az veya fazla verdiğimiz değer, yanlış bir konumlandırma, idrak edememiş olduğumuz bir durum, hatalı bir tutum….Belki de yüzde yüz haklı değilizdir.Hiç mi payımız yok tüm yaşanılan da?Bilelim ki hiç kimse, ruhsal olarak hasta değilse, bilerek acı vermez kimseye.Bize göre yanlış bir davranışın bile kendi içindeki zemine göre bir iyilik nedeni ve mantık kurgusu vardır. Bağışlamamanın verdiği akıl tutulmasını yendiğimizde anlamanın ferahlatıcı suyu akmaya başlar, her yarı doğruyu yerine koyar. Bağışlama eksik ve yanlış tutumun tekrar etmesine izin vermek anlamına gelmiyor elbette. Bize düşen bunu anlamak yerli yerine koymak, gereken tedbiri alarak yola devam etmek yalnızca.
“Bana yaptığın kötülüğü bağışlıyorum ama ya kendine yaptığın onu nasıl bağışlarım?” Bu sözdeki bağışlama derinliğini, anlayış inceliğini ve kötülüğü yapan kişiye rağmen duyulan yüksek sevgi düzeyini idrak etmem uzun zaman aldı. Anladım ki “ Hiçbir kötülük onu çıkaranı içine almadan son bulmaz” Bu nedenle ne kendimize haksızlık edip öfkeyi ve kini taşımaya gerek var ne de bize yapılmış olası bir haksızlığın bedelini ödetmeye girişmek anlamlı. Her birimiz doğa yasayı gereği ektiğimizi biçiyoruz sonunda. Ektiğimiz tohumlar, sevgi, incelik ve adalet ise er ya da geç çiçek açacaklar yol aldıkça…..
Facebook Yorum
Yorum Yazın