Bir avuç alıç tabakta… Yunus Emre’nin aşka dönüşmesinin hikâyesine götürdü beni. Nasıl zarif bir güzellikle duruyorlardı orada. Bilenleriniz vardır, bu büyük dönüşümün başlangıcını. Kıtlık zamanlarıdır Anadolu’da. Cömertliği ile bilinen Hacı Bektaş’a giderken eli boş gitmek istemez, bir avuç alıç toplar giderken yolda. Hacı Bektaş sorar” Buğday mı istersin himmet mi?”Yunus der ki “Köyde herkes aç himmeti ne yapayım buğday isterim.” Hacı Bektaş der ki ”Getirdiğin her bir alıç tanesine bir himmet vereyim ”Yunus yine buğday ister. Soru her bir alıç tanesinin çekirdekleri ve sonra her bir çekirdek tanesinin üç katı himmet vermeye kadar tekrarlanır. Yunus Emre ise ısrar eder buğdayları almakta. Yüklenen buğdaylarla köyüne dönerken anlar ne büyük bir fırsatı kaçırdığını. Pişman olur. Döner Hacı Bektaş’ın eline sarılır af diler ”Buğdayları istemem bana himmet ver” der. Hacı Bektaş Veli ise yanıtlar “Senin kalbinin anahtarı artık Taptuk Emre’dedir. Var git himmetini onda ara. Düşer Yunus Emre yollara, kendine varmaya, kendini aşmaya, Aşk olmaya…
Sükûnet, gözlem, mütevazılık, çalışkanlık, doğruluk ve sevgi ile geçer yıllar. OL’madığından, hiç yol kat etmediğinden, şüpheye düşer Yunus alır bohçasını çıkar yollara. Karşılaştığı üç derviş ile yol arkadaşlığı yaparken her gün birisi dua eder kurulur önlerine sofra. Yunus’a gelir sıra, ellerini açar başlar duaya “Bu erenler kimin adına dua ediyorsa onun adına…”Üç sofra birden gelince şaşırır ve sorarlar erenler:” Kimin adına yaptığın dua?” Yunus der ki : “ Siz kime ettiniz?” Erenler: “ Taptuk Emre’nin dergâhında bir ermiş Yunus vardır. Onu elçi kılarız duamızda” Yunus bunu duyunca anlar hata yaptığını koşar hocasına. Gönlünün kilidi açılınca Emre adını da ekler hocası Yunus’a. Kalbinden diline dökülen hakikati su gibi arı-duru şiirlerle anlatır her durağında Anadolu Ereni.
Bir avuç alıç… Kalpten ve elimizdeki en iyiyi sunduğumuzda, hayatın bize açtığı kapıların simgesiydi alıçlar. Doğal olarak çeşitli anlamlarda kıtlık, yokluk zamanlarında bize uzanan bir anlamda “himmet” vadeden bir el gibi duruyordu orada. Zorda kaldığımızda sunulan ve bizi geniş bahçelere çıkarabilecek bir seçenek; Hayatımızı anlamlandıracak, ışık tutacak bir insan; Bizi kendimize yakınlaştıracak bir fırsat; anlamamızı ve evet dememizi bekliyor yalnızca. Oysa biz ne çabuk teslim oluruz o andaki zorluğumuza-kıtlığımıza- kapalı görünen kapıya. Ne çabuk karar veririz başka bir seçenek daha olmadığına. Ne kolay arkamızı döneriz zorlukla birlikte sunulan armağana. Kim bilir kaç armağanı kaçırmışızdır kapalı gözlerle baktığımızda.
Yolda ilerlerken gerilediğimizi sandığımızda, kafamız karıştığında bile kendimize, ektiğimiz iyi tohumlara ve hayata güvenerek vazgeçmemek yola devam etmek gerekiyor aslında. Hiçbir yaşantı, hiçbir tecrübe boşa gitmez hayatta. Ellerimizle, kalbimizle, aklımızla ne ekiyorsak onu çoğaltarak bize sunuyor yaşam sonuçta.
Heybesinde, bir avuç alıçla takas ettiği buğdayla geri dönüp himmetine-fırsatına-uzatılan ele kendine güvensizliğine rağmen her iki sefer de sahip çıkmış Yunus. Umarım yolun herhangi bir yerinde, herhangi bir anında, uyanış bizimle olur. Ve bizler de sahip çıkarız sunulan armağana, kendi yolumuza, var oluşumuza…
Sükûnet, gözlem, mütevazılık, çalışkanlık, doğruluk ve sevgi ile geçer yıllar. OL’madığından, hiç yol kat etmediğinden, şüpheye düşer Yunus alır bohçasını çıkar yollara. Karşılaştığı üç derviş ile yol arkadaşlığı yaparken her gün birisi dua eder kurulur önlerine sofra. Yunus’a gelir sıra, ellerini açar başlar duaya “Bu erenler kimin adına dua ediyorsa onun adına…”Üç sofra birden gelince şaşırır ve sorarlar erenler:” Kimin adına yaptığın dua?” Yunus der ki : “ Siz kime ettiniz?” Erenler: “ Taptuk Emre’nin dergâhında bir ermiş Yunus vardır. Onu elçi kılarız duamızda” Yunus bunu duyunca anlar hata yaptığını koşar hocasına. Gönlünün kilidi açılınca Emre adını da ekler hocası Yunus’a. Kalbinden diline dökülen hakikati su gibi arı-duru şiirlerle anlatır her durağında Anadolu Ereni.
Bir avuç alıç… Kalpten ve elimizdeki en iyiyi sunduğumuzda, hayatın bize açtığı kapıların simgesiydi alıçlar. Doğal olarak çeşitli anlamlarda kıtlık, yokluk zamanlarında bize uzanan bir anlamda “himmet” vadeden bir el gibi duruyordu orada. Zorda kaldığımızda sunulan ve bizi geniş bahçelere çıkarabilecek bir seçenek; Hayatımızı anlamlandıracak, ışık tutacak bir insan; Bizi kendimize yakınlaştıracak bir fırsat; anlamamızı ve evet dememizi bekliyor yalnızca. Oysa biz ne çabuk teslim oluruz o andaki zorluğumuza-kıtlığımıza- kapalı görünen kapıya. Ne çabuk karar veririz başka bir seçenek daha olmadığına. Ne kolay arkamızı döneriz zorlukla birlikte sunulan armağana. Kim bilir kaç armağanı kaçırmışızdır kapalı gözlerle baktığımızda.
Yolda ilerlerken gerilediğimizi sandığımızda, kafamız karıştığında bile kendimize, ektiğimiz iyi tohumlara ve hayata güvenerek vazgeçmemek yola devam etmek gerekiyor aslında. Hiçbir yaşantı, hiçbir tecrübe boşa gitmez hayatta. Ellerimizle, kalbimizle, aklımızla ne ekiyorsak onu çoğaltarak bize sunuyor yaşam sonuçta.
Heybesinde, bir avuç alıçla takas ettiği buğdayla geri dönüp himmetine-fırsatına-uzatılan ele kendine güvensizliğine rağmen her iki sefer de sahip çıkmış Yunus. Umarım yolun herhangi bir yerinde, herhangi bir anında, uyanış bizimle olur. Ve bizler de sahip çıkarız sunulan armağana, kendi yolumuza, var oluşumuza…
Facebook Yorum
Yorum Yazın