Duygularımızı kaliteli sanat eserleri, sevme-merhamet-diğerkâmlık kapasitesi vb ile besleme, aklımızı pratik ve iyi fikirlerle işleme, duygusal ve zihinsel dengemizin ihtiyaçlarıdır.
Gelişmişliğimiz ölçüsünde de zaman zaman ortaya çıkardığımız “İndivido” denilen “birey” “”kısmımızı belli ölçüde deneyimliyoruz. Birey kısmımız, durumlardan etkilenmeyen tarafımızdır. Bireyimiz(İndividomuz) her zaman merkezde ve dengededir. Kişiliğimizi oluşturan unsurları ise düzenleyerek ve dikkat ederek dengeye getirmemiz söz konusudur. Doğanın her planında olduğu gibi dengede olmak bireysel çabamızın, sürekliliğimizin, kararlığımızın bir ürünüdür.
Hayat içindeki yaşarken kendimize, kişilere, durumlara ve olaylara en uygun, en adil, yanıtı verme durumuna dengede hareket etme diyebiliriz. Dengeyi ancak tutumlardan ve eylemlerimizin görülebilir sonuçlardan algılayabiliriz.
Gün içinde pek çok etkiye maruz kalıyoruz. Bazılarına da hazırlıksız yakalanıyoruz. Bir boks maçını düşünün ardı ardına yumruklar geliyor. Hazırlığımız ve planımız yoksa rakibe karşı, sadece kendimizi korumak için savunma, kendi içimize kapanma belki de ringde yere serilip nakavt olma durumunda kalırız.
İnsan her planda hareket eden bir varlıktır. Nasıl ki yürümeyi öğrenirken pek çok kez dengemizi kaybedip düştüysek ve kiminde çocuk dizlerimizde yaralar aldıysak duygusal ve zihinsel anlamda büyürken de aynı şey söz konusudur. Doğu ve batı felsefi öğretilerin temelinde yatan fikirlerden bir tanesi bu hayata büyümeye-sevmeye-öğrenmeye geldiğimizdir. Eylemsiz, atalet içinde bir insanın hayat tecrübesi geliştirmesi sınırlıdır. Eğer hep duruyorsak dengede olup olmadığımızı nasıl bilebiliriz? Büyüme-Öğrenme-Sevme yolunda nasıl ilerleyebiliriz? Her ne olursa olsun kalbimizi-aklımızı, düşmelere ve yara almalara rağmen açarak, düştüysek kalkmaya olan inancımız ve çabamız ile ilerleyebiliriz.
Hareket ettiğimizde doğal olarak az veya fazla yaptığımız şeyler olacaktır. Bunları fark edip düzeltme imkânı da elimizdedir. Kendi bedenimizin ritmine uygun beslenme ve ihtiyacı kadar uyku vermek gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak duygusal ve zihinsel planlarda işimiz biraz karmaşık hale geliyor. Yetiştirmemiz gereken işlerin bizde yarattığı baskı, tercih etmediğimiz bir şekilde nezaketsiz, bencil insan tutumları, yüzeysellik, tüketim ve hızın dayatıldığı bir çağda yaşıyor olmamız, her gün karşılaştığımız adaletsizlikler, beklentilerimizin ve ihtiyaçlarımızın uygun şekilde karşılanmaması gibi pek çok unsur dengemizi kaybetmemize sebep olur. Kendimizi tıpkı ringdeki boksör gibi gelen etkilere sadece tepki vermeye çalışır, belki savunmaya geçtiğimiz için çözümsüz manevralarla işi zorlaştıran, duygusal ve zihinsel planlarda yaralanmış, dağınık, üzgün ve çaresiz bir durumda buluruz. Önümüzü göremeyiz, karamsar ve negatif hisler içimizi kaplar. Her yer karanlık, her çaba sonuçsuz, her durum umutsuz görünür. Dağılmış ve etkisiz kalırız. Sevgiyle, değerlerle, birleştirici, çözüm odaklı bir şekilde hareket etme imkânımız yok olmuştur. Dengemiz kaybolmuştur.
Gelişmişliğimiz ölçüsünde de zaman zaman ortaya çıkardığımız “İndivido” denilen “birey” “”kısmımızı belli ölçüde deneyimliyoruz. Birey kısmımız, durumlardan etkilenmeyen tarafımızdır. Bireyimiz(İndividomuz) her zaman merkezde ve dengededir. Kişiliğimizi oluşturan unsurları ise düzenleyerek ve dikkat ederek dengeye getirmemiz söz konusudur. Doğanın her planında olduğu gibi dengede olmak bireysel çabamızın, sürekliliğimizin, kararlığımızın bir ürünüdür.
Hayat içindeki yaşarken kendimize, kişilere, durumlara ve olaylara en uygun, en adil, yanıtı verme durumuna dengede hareket etme diyebiliriz. Dengeyi ancak tutumlardan ve eylemlerimizin görülebilir sonuçlardan algılayabiliriz.
Gün içinde pek çok etkiye maruz kalıyoruz. Bazılarına da hazırlıksız yakalanıyoruz. Bir boks maçını düşünün ardı ardına yumruklar geliyor. Hazırlığımız ve planımız yoksa rakibe karşı, sadece kendimizi korumak için savunma, kendi içimize kapanma belki de ringde yere serilip nakavt olma durumunda kalırız.
İnsan her planda hareket eden bir varlıktır. Nasıl ki yürümeyi öğrenirken pek çok kez dengemizi kaybedip düştüysek ve kiminde çocuk dizlerimizde yaralar aldıysak duygusal ve zihinsel anlamda büyürken de aynı şey söz konusudur. Doğu ve batı felsefi öğretilerin temelinde yatan fikirlerden bir tanesi bu hayata büyümeye-sevmeye-öğrenmeye geldiğimizdir. Eylemsiz, atalet içinde bir insanın hayat tecrübesi geliştirmesi sınırlıdır. Eğer hep duruyorsak dengede olup olmadığımızı nasıl bilebiliriz? Büyüme-Öğrenme-Sevme yolunda nasıl ilerleyebiliriz? Her ne olursa olsun kalbimizi-aklımızı, düşmelere ve yara almalara rağmen açarak, düştüysek kalkmaya olan inancımız ve çabamız ile ilerleyebiliriz.
Hareket ettiğimizde doğal olarak az veya fazla yaptığımız şeyler olacaktır. Bunları fark edip düzeltme imkânı da elimizdedir. Kendi bedenimizin ritmine uygun beslenme ve ihtiyacı kadar uyku vermek gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak duygusal ve zihinsel planlarda işimiz biraz karmaşık hale geliyor. Yetiştirmemiz gereken işlerin bizde yarattığı baskı, tercih etmediğimiz bir şekilde nezaketsiz, bencil insan tutumları, yüzeysellik, tüketim ve hızın dayatıldığı bir çağda yaşıyor olmamız, her gün karşılaştığımız adaletsizlikler, beklentilerimizin ve ihtiyaçlarımızın uygun şekilde karşılanmaması gibi pek çok unsur dengemizi kaybetmemize sebep olur. Kendimizi tıpkı ringdeki boksör gibi gelen etkilere sadece tepki vermeye çalışır, belki savunmaya geçtiğimiz için çözümsüz manevralarla işi zorlaştıran, duygusal ve zihinsel planlarda yaralanmış, dağınık, üzgün ve çaresiz bir durumda buluruz. Önümüzü göremeyiz, karamsar ve negatif hisler içimizi kaplar. Her yer karanlık, her çaba sonuçsuz, her durum umutsuz görünür. Dağılmış ve etkisiz kalırız. Sevgiyle, değerlerle, birleştirici, çözüm odaklı bir şekilde hareket etme imkânımız yok olmuştur. Dengemiz kaybolmuştur.
Facebook Yorum
Yorum Yazın