Dünya Engelliler Günü 1992 yılından bu yana 3 Aralık günü Birleşmiş Milletler tarafından uluslarararası bir gün olarak kabul edilmiş.
Evrensel bir gün olan Engelliler Günü’nde dünya çapında organizasyonlar düzenleniyor.
Devletin ilgili kurumları, sivil toplum kuruluşları ve vakıflar farkındalık yaratacak çalışmalarda bulunuyor.
Bu aktiviteler genellikle ücretsiz olup gönüllülüğe dayanıyor, kutlanması çeşitlilik gösteriyor, her yıl değişik bir tema da ediniliyor.
Engelliler Haftası ise 10 Mayıs ile 16 Mayıs tarihleri arasında Birleşmiş Milletler'e (BM) üye 156 ülkede aynı tarihlerde kutlanan özel bir hafta.
Haftası boyunca engellilik sorunu, engelliliğin önlenmesi ve engellilerin eğitimi konularının üstünde duruluyor.
Radyo ve televizyonlar ile diğer yayın organlarında konu ile ilgili programlar yapılıyor, haberler yayınlanıyor.
Hiç yapılmamasından iyidir tabi, ama tüm bunlar yapılıyor da ne oluyor? Daha iyisini yapmak varken boş işler...
Bir şeyi eleştirirken yol gösterici olmanın gerekliliğine de inanırım.
Onun için çok basit bir yolu göstermek istiyorum; Amerika’yı bir daha keşfetmeye gerek yok, gelişmiş ülkelerin ne yaptığına bakım, Türkiye’ye uyarlayın.
Türkiye’de zihinsel engellilere kırmızıyı, maviyi öğretmek için özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine trilyonlarca lira para harcanıyor.
Türkiye’de kendi bakımını yapabileceği, ailesinin yanında ihtiyaçlarını görebileceği halde özel muhtaç engelliler yatılı bakım merkezlerine çok daha fazla trilyonlarca lira para harcanıyor.
Vatandaşdan toplanan paralar Türkiye Cumhuriyeti kasasından bu özel kuruluşların sahiplerine rant olarak sunuluyor, ama karşılığında engelliler bir arpa boyu yol alamıyor.
Yıl 2000. O zaman Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) İzmir İl Müdürlüğü’ne bağlı Necdet Alpar Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde Sosyal Hizmet Uzmanı olarak görev yapıyorum.
Sokak Çocukları’nın topluma kazandırılması projesinde gazetecilik deneyimlerimden de faydalanarak harika bireysel, grup ve toplumla çalışmalar ortaya koydum.
Dönemin İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu’nun da isteği ile Türk-Alman İşbirliği Enstitüsü’nün organize ettiği karşılıklı hizmet eğitimi kapsamında Almanya’daki sosyal hizmet kuruluşlarını incelemek üzere Bremen’e gönderilen 4 kişilik heyete alındım.
Ve işte sosyal hizmet nedir, nasıl uygulanır, orada gördüm?
Anlatırlardı da, inanmazdım!
Almanya’da engelliler doğduğu andan itibaren Devletin geniş kanatları altında yer buluyordu.
Engelliye bir engel olarak değil, aktif insan gözüyle bakıyorlardı, yani her engelli birey bir işçi, bir emekçi bireydi.
Her engelli birey çok küçük yaşlardan itibaren vücut fonksiyonlarının yeterliliği kadar bir işi yapabilmesi, üretime katılabilmesi amacıyla eğitiliyor, yetiştiriliyordu.
Bremen’de ayakları olmayan bireyler şarap paketleme işi yapıyor, elleri olmayan bireyler de paketleri bir yerden diğer yere taşıyan raylı araçları vücutlarıyla itiyor, spastik bireyler kendileri için özel tasarlanmış büyük boyutlu klavyeler ile bilgisayar kullanıyor, işlem yapıyordu.
Bremen’de ister gündüzlü, ister yatılı olsun her rehabilitasyon merkezinin alt katı mutlakla atölye şeklinde tasarlanmıştı ve engelli bireyler bu atölyelerde üretiyor, yaptıkları iş karşılığında maaş alıyordu.
Sonuç şu; gelişmiş ülkelerde engelli birey diye bir şey yoktur, üreten birey vardır, işçi vardır.
Türkiye’de engelli olmak, üretime, üretene, yaşama engel olmak demektir, gelişmiş ülkelerde engelli olmak üretime katılmak, üretimden emeği oranında pay almak demektir.
Ne yazık ki böyledir.
Gelin engellilere engel olmayın, onlara dilenci muamelesi yapmayın.
Onlar her işi yapabilir, imkanları kadar yapabilir, alın teri dökebilir, üretebilir.
Biz, “Her sağlıklı birey bir engelli adayıdır” diyerek korku salıyoruz, gelişmiş ülkeler ise, “Her engelli birey işçidir, emekçidir, üreticidir” diyor.
Bakış açımızı değiştirmenin zamanı gelmedi mi?
Facebook Yorum
Yorum Yazın