Türkiye’deki ‘işveren’ işveren değil, adeta başka bir şey...
Başka da bir şey demiyorum; ne hesap biliyorlar ne kitap, ne hak biliyorlar ne hukuk, üstüne üstlük bindikleri dalı kesmekten de geri kalmıyorlar!
Hangi işverenle konuşsam asgari ücretin ve primlerin yüksek olduğunu söylüyor, yani 2 bin lira net maaş alan bir işçinin prim ve diğer ödemelerle işverene maliyeti 3 bin liraymışmış...
Üzerinden rant elde ettiği, servet sahibi olduğu işçisi için 3 bin lirayı çok görüyor, gözü hala yediği, hatta yiyemediği lokmasında.
İşveren nedir? Üretim yapan girişimcidir.
Peki ürettiği malı ne yapar? Serbest piyasada satar.
Öyle mi? Öyle. Yani işveren üretecek, ürettiğini satacak.
Dolaylı veya dolaysız yolla üretilen bu malı kime satacak, bu malı kim alacak?
Vatandaş alacak değil mi? Vatandaş kim? Nerede yaşar? Ne yapar? Ne yer, ne içer?
İşte bu işverenin yanında çalışır, ay sonunda emeğinin karşılığı olan maaşını alır, sonra çarşı pazara çıkar, karnını doyuracak mal ve hizmetleri alır, kazancını yine işverene bırakır, sıfır lirayla evine döner.
İşveren verdiği maaşı sattığı hizmetle tekrar geri alır.
Şimdi işveren ağlıyor; mal elimizde kaldı, satamıyoruz, piyasalar durgun, batıyoruz.
Ürettiği mala mal mal bakıp malı niye satamadığını düşünüyor!
Demiyor ki, “Ben yanımda çalışan adama 2 bin lira maaşı çok görüyorum, bu adam bu kadarcık maaşla ne alsın, karnını nasıl doyursun”, yani öylesine mal...
Bindiği dalı kesen, en çok kendisine lazım olan piyasayı kendi eliyle çökerten, tüketiciyi yoksullaştırıp sonra da ürettiği malın satın alınmasını bekleyen tam bir mal.
Kafataslarının içinde nasıl bir beyin taşıdıkları anlaşılır gibi değil; çalışanını yoksullaştırarak ürettiğini satabilmeyi nasıl düşünüyorlar acaba? Düşünüyorlarsa bu bir düşünce midir? Hayalgücü müdür?
Bence mallıktır!
Ama dünya üzerinde yaşayıp, işveren olup, böyle mallık yapmayanlar da olmuş.
Bu şahsiyetlerden en tanınmışı Robert Bosch’tur, hayat hikayesini bulup okuyabilirsiniz, ben size felsefesi hakkında bilgi vereyim; belki mallığı bırakıp insan olursunuz!
-Çalışanlarını ‘maaş verdiği kişiler’ olarak değil ‘iş ortakları’ olarak görmüş.
-Personel alımına ve eğitimine önem vermiş, diğer şirketlere göre daha yüksek maaş ödemiş.
-Sağlık sigortası, emeklilik primi, yıllık izin, doğum izni gibi konularda en iyi imkanları sunmuş.
-Her fabrikada doktor ve hemşire dahil olmak üzere bir sağlık ekibi bulundurmuş.
-Almanya’da günlük 8 saat çalışma sistemini ilk uygulayan işverenlerden biri olmuş.
-Şirket içi iletişime önem vermiş, Bosch-Zünder adında şirket içi bir gazete çıkartmış, bu sayede tüm işçilerin şirketteki gelişmelerden, şirketin vizyonundan haberdar olmasını sağlamış, kendisi de kalite, müşteri hizmetleri, dakiklik, başarı, motivasyon konularında yazılar yazmış.
-“Çok param olduğu için yüksek maaş vermiyorum, yüksek maaş verdiğim için çok param var” demiş.
-Tarihe geçen sözlerinden biri de “Güven kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim’ olmuş.
Mallar için son söz;
İşveren olacaksanız Bosch gibi olun, adam olun.
İşçinin kursağındaki lokmada gözünüz olmasın.
Facebook Yorum
Yorum Yazın