İncineceğinden, yargılanacağından, anlaşılmayacağından korkmadan, kalbimizi emanet edemeyişimiz kimselere….Bizi gün ışığında karanlıkta bırakan, yalnızlığımızı çoğaltan. İfade edemediğimiz duygular tıkanmış bir şekilde içimizde dolanan. Belki de insanın en zor sınavı ilişkiler alanında. Kendimizle, ailemizle, çevremizle, olası sevdiğimizi düşündüğümüz kişiyle ilişkilerimiz. Üstelik hepimiz de çok biliyoruz her konuda. Bıraksalar dünyayı kurtarır, kafamızdaki muhteşem düzene göre yeniden yaratırız. Her soruya bir çözümümüz varken, tıkanıp kalıyoruz bağ kurma, bağı besleme ve sürdürme alanında.
Kendisi ile birlikte olmayı bilmeyen kişi bir başkası ile de anlamlı bir birliktelik kurmayı beceremez. Kendisi ile vakit geçirmeyi, gözlemlemeyi bilmeyen bir başkasını görmeyi, anlamayı, bağ kurmayı da bilemez. Elbette insan içgüdüsel olarak paylaşma, köprüler kurma ihtiyacında. Ne çok özlemimiz var, sesinde, sözünde huzur bulduğumuz dinlendiğimiz insanlara.
Yargılanmadan dinlenileceğimizi bilerek konuşacağımız, kafamız karıştığında bizi çekip, kendi merkezimize yeniden dönmemizi sağlayacak insanlara ne çok ihtiyacımız var. Ancak kendisi henüz tamamlanmamışken bir başka eli tuttuğunda yürümüyor hiçbir şey- iki yarım bir bütün etmiyor. Kendini gerçekleştirmeyen kişiler ne ailede ne özel ilişkilerde, ne çevrede sağlıklı bir bağ kuramıyor. Sandığımız gibi, peri masalları değil işler günlük hayatta.
İlişki kurmak için uzanan el bizden ne ister? Biz el uzattığımız kişiden ne isteriz? Yalnızlık korkumuzdan bizi kurtarmasını mı? Hayal kırıklıklarının açmış olduğu yaralarımızı onarmasını mı? Beklentilerimizin ve ihtiyaçlarımızın doyurulmasını mı? Bizi her şeyden ve herkesten koruyacak güvenli bir sığınak olmasını mı? Kendimiz için zahmet edip yapmadığımız herbir şeyi bizim için yapmasını mı? ... Yanıtımız evet ise yeni bir karmakarışık, anlayamadığımız acı ve hayal kırıklığı dolu bir ilişkiye hazırız demektir. Bu elele tutuşmalar, ilk anın büyüsü geçtikten sonra değiş-tokuş edilen yalnızlıklar oluyor kendimizin farkına varmayınca.
Bir film izlemiştim eskiden. Bağımlıların bulunduğu hastaneden, taburcu olanlara üç şart koşmuştu doktor. İlk bir yıl bir bitki alıp bakacaklardı. Eğer onu yaşatmayı başarırlarsa ikinci yıl bir hayvan sahiplenerek onun her türlü ihtiyacını karşılayacaklardı. İki yılın sonunda bitki ve hayvan iyi durumda ise bir insanı hayatlarına almaya hazırlar demekti. İlerleyen sahnelerde yaşatma konusunda başarılı ve başarısız girişimlere tanıklık ediyordunuz. Tabi bu bir film nihayetinde ancak çok sahici bir önermesi var sorumluluk almak, sevmek, emek vermek ve yaşatmak üzerine.
İlişki kurmak iki yetişkinin kurmayı başardığı bir şeydir. Olgun, kendi eksiklerinin farkına varan, aynı zamanda onları kabule ve düzeltmeye gönüllü; karşısındakinin de eksikleri ve fazlalıklarını olağan kabul edebilen kişilere ait. Öbür türlüsü var saymalar, oyalanmalar derin paylaşımdan yoksun yanyanalıklardan ibaret. İdare edilip geçiştirilen zamanlar ve mekânlar bolca her şey yolunday-mış gibi yapmalar. Soralım kendimize hayatımızdaki her bir ilişki içimizde nerede? Biz bu ilişkilerin neresindeyiz diye? Kendimize (doğru-gerçekçi) verebildiğimiz her yanıt, derin ve anlamlı bir köprünün taşı hükmünde. Kolay görünen zor’umuz ilişkiler. Özen, dikkat, emek ve yürekle beslemek gerek süreklilikle.
Kendisi ile birlikte olmayı bilmeyen kişi bir başkası ile de anlamlı bir birliktelik kurmayı beceremez. Kendisi ile vakit geçirmeyi, gözlemlemeyi bilmeyen bir başkasını görmeyi, anlamayı, bağ kurmayı da bilemez. Elbette insan içgüdüsel olarak paylaşma, köprüler kurma ihtiyacında. Ne çok özlemimiz var, sesinde, sözünde huzur bulduğumuz dinlendiğimiz insanlara.
Yargılanmadan dinlenileceğimizi bilerek konuşacağımız, kafamız karıştığında bizi çekip, kendi merkezimize yeniden dönmemizi sağlayacak insanlara ne çok ihtiyacımız var. Ancak kendisi henüz tamamlanmamışken bir başka eli tuttuğunda yürümüyor hiçbir şey- iki yarım bir bütün etmiyor. Kendini gerçekleştirmeyen kişiler ne ailede ne özel ilişkilerde, ne çevrede sağlıklı bir bağ kuramıyor. Sandığımız gibi, peri masalları değil işler günlük hayatta.
İlişki kurmak için uzanan el bizden ne ister? Biz el uzattığımız kişiden ne isteriz? Yalnızlık korkumuzdan bizi kurtarmasını mı? Hayal kırıklıklarının açmış olduğu yaralarımızı onarmasını mı? Beklentilerimizin ve ihtiyaçlarımızın doyurulmasını mı? Bizi her şeyden ve herkesten koruyacak güvenli bir sığınak olmasını mı? Kendimiz için zahmet edip yapmadığımız herbir şeyi bizim için yapmasını mı? ... Yanıtımız evet ise yeni bir karmakarışık, anlayamadığımız acı ve hayal kırıklığı dolu bir ilişkiye hazırız demektir. Bu elele tutuşmalar, ilk anın büyüsü geçtikten sonra değiş-tokuş edilen yalnızlıklar oluyor kendimizin farkına varmayınca.
Bir film izlemiştim eskiden. Bağımlıların bulunduğu hastaneden, taburcu olanlara üç şart koşmuştu doktor. İlk bir yıl bir bitki alıp bakacaklardı. Eğer onu yaşatmayı başarırlarsa ikinci yıl bir hayvan sahiplenerek onun her türlü ihtiyacını karşılayacaklardı. İki yılın sonunda bitki ve hayvan iyi durumda ise bir insanı hayatlarına almaya hazırlar demekti. İlerleyen sahnelerde yaşatma konusunda başarılı ve başarısız girişimlere tanıklık ediyordunuz. Tabi bu bir film nihayetinde ancak çok sahici bir önermesi var sorumluluk almak, sevmek, emek vermek ve yaşatmak üzerine.
İlişki kurmak iki yetişkinin kurmayı başardığı bir şeydir. Olgun, kendi eksiklerinin farkına varan, aynı zamanda onları kabule ve düzeltmeye gönüllü; karşısındakinin de eksikleri ve fazlalıklarını olağan kabul edebilen kişilere ait. Öbür türlüsü var saymalar, oyalanmalar derin paylaşımdan yoksun yanyanalıklardan ibaret. İdare edilip geçiştirilen zamanlar ve mekânlar bolca her şey yolunday-mış gibi yapmalar. Soralım kendimize hayatımızdaki her bir ilişki içimizde nerede? Biz bu ilişkilerin neresindeyiz diye? Kendimize (doğru-gerçekçi) verebildiğimiz her yanıt, derin ve anlamlı bir köprünün taşı hükmünde. Kolay görünen zor’umuz ilişkiler. Özen, dikkat, emek ve yürekle beslemek gerek süreklilikle.
Facebook Yorum
Yorum Yazın