Çok eski bir zamanda yaşayan bir Kral varmış. Her gün halkının dileklerini dinlediği ve adalet dağıttığı kabul odasına yıllar boyunca dilenci kılığında bir adam gelerek sessizce bir meyve sunar hiç konuşmadan oradan ayrılırmış. Kral bu önemsiz gördüğü armağanı hazinedarına verir, hazinedar da bu önemsiz armağanı kapı kilidi bile bulunmayan mahzene atıverirmiş. Yaklaşık on yılın sonunda bir gün yine, dilenci kılığındaki adam her zamanki sessizliği ile meyveyi sunmuş. O sırada kralın evcil maymunu hoplayarak içeri girip kralın tahtına tünemiş ve kral da meyveyi maymuna vermiş. Maymun bir ısırık aldığında içinden kocaman bir mücevher orta yere düşüvermiş. Şaşkınlıkla bakakalan kral hazinedara dönerek ötekilere ne olduğunu sormuş. Hazinedar koşarak mahzene inmiş ve kimi çürümüş kimi çürümekte olan meyve yığını içinde ışıldayan mücevherleri toparlamış ve Krala götürmüş.
Mala tamah etmeyen cömert Kral, onları hazinedara emanet etmiş ve her gün kendisine gelen ve hiçbir talepte bulunmayan dilenci merakını uyandırmış. Ertesi gün olduğunda dilenciye, konuşmadığı sürece armağanını kabul etmeyeceğini belirtmiş. Dilenci ise sadece baş başa görüşme şartı ile konuşacağını söylemiş. “Sabırca Zengin” adındaki dilenci Kralla baş başa kaldığında dileğini söylemiş: Bir büyüyü sonlandırmak için gerçekten korkusuz bir adamın yardımına ihtiyacı olduğunu ve ayın hilal olduğu bir gece tek başına kendisiyle mezarlıkta buluşması gerektiğini söylemiş. Kral da bu daveti kabul edince dilenci oradan ayrılmış. Beklenen gün geldiğinde Kral, gecenin karanlığında kendisini bekleyen denemelere doğru yola çıkmış. Mitosun bundan sonraki kısmı başlı başına bir kitap yazılacak kadar uzun, içinde semboller dolu olan yirmi dört hikâyecikle devam eder.* Biz bu kısa yazıda, sadece giriş kısmını ve buradaki sembolleri anlamaya çalışmakla yetineceğiz.
Kral her gün kendisine sunulan armağanın değerinden habersizdir. Bir Kralın olması gerketiği gibi, hem cömert hem cesur olduğundan ne olduğunu tam bilmediği bu görevi üstlenir. Ancak bir yabancı ile belirsiz bir işe atılmak basiretindeki bir çatlağın da göstergesidir. Belki de bu yol onun aşırı özgüven zırhındaki bu çatlağı görmesi ve onarması için bir denemedir. Ayrıca on yıl her gün kendisine armağan sunan birisini bu kadar umursamamış olması ne büyük düşüncesizliktir.
Ancak hepimiz Kral ile benzer durumda değil miyiz? Yaşamın bize sunduğu armağanı alıp, umarsızca bir kenara atıvermiyor muyuz? Gün her doğuşunda, bize içinde değerli bir armağan bulunan meyvesini mütevazı kılıklarla sunarken, ne içinde ne olduğunu merak ediyoruz ne de onu önemsiyoruz. Çürüyüp gidecek olanla, ışıltılı, değerli, yok edilemez olanı ayırt etme zahmetine girmiyoruz. Meyveyi de değerli taşı da kaldırıp bir kenara atıyoruz. “Değerli meyve bize her an yaşamın sabırlı eli tarafından uzatılmakla kalmıyor, içerden de sunuluyor. Her birimiz bu mitosun değerli özünü barındıran bir meyveyiz; peki ama bu gündelik kişiliğimizin dış kabuğunu kırarak temel tohumumuzun göz alıcı mücevherini açığa çıkarmayı deniyor muyuz?”
Bizim birçok egomuz var. Bu hikâyedeki her bir kişi, hayatımızın farklı alanlarında ortaya çıkan egomuzun farklı yönlerini temsil etmektedir. Bunlardan birisi; tahtımızın yanında duran ve kral edasıyla etrafa sunduğumuz servetimizin, özvarlığımızın bekçisi hazinedardır. Zenginliğimizin yöneticisidir, ancak bu basit meyveyi araştırmaya kraldan çok ilgi duymaz ve onu bir pencereden aşağı atıverir, geçici olan çürürken değerli olan da onun içinde atıl durumda kalır orada.
Bir başka egomuz ise her zaman yanımızda bulunmayan eğlenceli ve umursamaz maymundur. Kral egomuzun tenezzül etmediği meyvenin tadına bakar ve onun içindeki gizi açığa çıkarır. Ama oyunbaz maymun onu ortada bırakıp masumca oyununa döner. Armağan onun anlayacağı değerlendirebileceği bir şey değildir.
Bazen kaderimiz de sırf oyun olsun diye yapılan bir dokunuş ile içinde sakladıklarını gözler önüne serer. Bütün amaçlarımızın, isteklerimizin, eylemlerimizin sonuçları karanlık ve gizli bir hazine odasında saklıdır. Seçtiklerimiz ve seçmediklerimizle oluşturduğumuz, neden-sonuç ilişkisi kendi ruhumuzun dehlizlerinde örülmeye devam etmektedir.
Mütevazı bir şekilde her gün gelip bekleyen ve basit görünen meyveyi sunan dilenci “Sabırca Zengin” kimdir? O kendi ruhani varlığına kör olan kralın yarattığı egodan başkası değildir. Nereye yönelirsek yönelelim, etrafımızdaki, dostlarımız, düşmanlarımız, sevdiklerimiz, küçümsediklerimiz bütün bunlar bizim eserimizdir. Her biri bizim olgunluğumuzun ve cehaletimizin göstergeleridir. Her biri bizim tanımadığımız benliklerimizdir. Büyümemiz ve ilerlememiz için sıraları geldiğinde sahnede kendilerini gösterirler. Gerçek anlamda bir uyanış için egolarımızın hazine odamızın farkına varmak ve belki de hayatın sunduğu sonsuz denemelere evet demek gerekir. Belki o zaman şu anda gerçek sandığımızın bir avuç kum, kapının ardında olanın gerçek olduğuna ayarız. Kim bilir? Sorular sadece arayanlar içindir. Buradaki tüm sorular da…
*Kral ve Hortlak, H. Zımmer, kitabından
Hocam yüreginize sağlık