Belki de en yakınımdan, en uzağa doğru olup bitene baktığımda hep bu hikâyeydi gördüğüm. Nedense benzer yolları defalarca kez yinelemekten bıkmıyorduk hep birlikte. Üstelik aynı sona ulaşacağının derin sezgisini de bir kenarımıza koyup, kendimizden bile saklayarak…
Hikâye, ülkenin birinde adil ve iyi bir kralın halkı ile arasında geçen bir öyküydü. Halkının kendisine bağlılığını ve cömertliğini anlamak isteyen kral her yana haber salmıştı. Haber şöyle idi: Her bir kişi, gece yarısından gün doğumuna kadar sarayın bahçesindeki havuza bir bakraç süt koyacaktı. O ülkede herkes bolluk bereket içindeydi ve istenilen bir kap süt hiç kimse için yerine getirilmesi güç bir talep değildi. Halktan bir adam şöyle düşündü: “ Nasıl olsa karanlık ve gece benim sarayın havuzuna su mu, süt mü döktüğümü kimse göremez. Bir kap sudan ne olur ki?” Böylece aldı eline bir bakraç suyu ve tuttu sarayın yolunu. Sabaha kadar merak içinde bekledi kral. Gün ışımaya başlarken çıktı balkona, baktı havuza büyük bir şaşkınlıkla. Havuzun tamamı su ile doldurulmuştu.
Sabaha kadar taşınıp da havuzu süt yerine su ile dolduran kimlerdi, kimdi? O adam, adamlar her birimizdik. O bizim bencilliğimizdi, aç gözlülüğümüzdü. Kimse görmezse bir şey olmaz diyen yanımızdı. Gün ışığında kalındığında doğru olduğu için değil de “el âlem ne der” için bir şeyi yapmayı ya da yapmamayı belirleyen yanımızdı. Küçük hesaplarımızdı. Hiçbir küçük hesap yoktu ki gün gelip sonucundan yapana da pay çıkarmasın. Hiçbir adaletsizlik yoktu ki çıkaranı da kapsamasın. Kesip durmakta olduğumuz bindiğimiz daldı. Ki en sonunda kaçınılmaz bir acı ile bizi yüzleştiren.
Dışarıda bir yerde bir yanlış varsa, bir eksiklik, bir haksızlık her birimizin içinde bir karşılığı var. Ve düzeltmek, onarmak iyileştirmek için yapabileceğimiz, elimizden gelebilecek küçük de olsa bir şey.
Bizim küçük hesaplarımızdan, bencilliğimizden, aç gözlülüğümüzden, bir şey olmaz sanrımızdan besleniyor olan. Küçük şeylerin büyük şeyleri tetiklediğini ve en sonunda bizi de kapsadığını görmezden gelmemizden. Her birimizin bütün varlıklarla bütün olduğumuzu unutuşumuzdan besleniyor. Umursamazlığımız, hatayı dışarıda arayışımız, kendi sorumluluğumuzu üstlenmeyişimizden yaşadıklarımız. İçimizdeki küçük adamı eğitmeyişimizden, kendimizi her durumda haklı ve üstte görüşümüzden, kusurlarımıza kılıf dikmekten bunca acılarımız.
Eninde sonunda geliyoruz o havuzun başına. Eninde sonunda yüzleşiyoruz yaptıklarımızla. Eninde sonunda, gün ışığında ortaya çıkıyor her şey. Ki her zaman böyle olur. Kazanıyoruz zannederken bir de bakmışız ki kaybetmişiz birçok şeyler…
Emel Eva Tokuyan
Facebook Yorum
Yorum Yazın