Bir zamanlar sahiplerinin canlı kuyular olduğu bir şehir varmış. Bazı kuyular çok güzelmiş. Göz alıcı işlemelerle döşeliymiş, bazıları ise daha sade, mütevazı kuyularmış. Kuyular arası iletişim kuyuların ağzı vasıtası ile hızlı bir şekilde yapılırmış.
Günlerden bir gün yakındaki insan köyünde bir moda çıkmış. Moda şuymuş: İç olana, dış olandan daha fazla özen göstermek. O zaman kuyular şöyle düşünmüş: önemli olan içerik ise o zaman biz de içimize bazı şeyler alalım. Bazıları olabilecek en ihtişamlı eşyalarla doldurmuş. Bazı kuyular romantikmiş sanatsal eserlerle döşemiş içini. Daha entelektüel olansa kitaplarla doldurmuş. Bazı kuyular doğdukları halden memnun olduğundan hiçbir değişiklik yapma ihtiyacını hissetmemiş.
Bir kuyu şöyle düşünmüş daha fazla içimi doldurmak istersem genişlemeliyim. Onu gören başka kuyular da genişlemeye karar vermiş. Her biri o kadar genişlemiş, ağızları birbirine o kadar yaklaşmış ki kimliklerini kaybetmeye başlamışlar. Bu sırada şehrin en ucundaki kuyu da büyümeye karar vermiş. Ancak diğer kuyulardan farklı olarak yatay değil de dikey büyümekmiş niyeti. Ancak derinleşmesi için var olan eşyaları çıkarması gerekmiş. Kuyu içini boşalttıkça daha derine, daha derine inmiş. Bu esnada diğer kuyular içlerini doldurmaya devam ediyormuş. Derine doğru yol alan kuyu en sonunda suya ulaşmış ve o kadar coşkuyla dolmuş ki suyla oynamaya başlamış. İçinden taşan su, etrafında yeşil hayat dolu bir vaha oluşturmuş. Bitkiler boy verince çeşitli hayvanlar da görülmeye başlanmış. Diğer kuyular şaşırmışlar bu işe. O güne kadar içinden su çıkan kuyuyu hiç görmemişler. Bu güzelliğe hayran bir merakla baksalar da içlerini boşaltmaya yanaşan olmamış. Şehrin diğer ucundaki bir kuyu hariç… O da kendini derinleştirdiğinde suya ulaşmış ve etrafını çiçekler sarmış. Şehrin iki ayrı ucundaki kuyu fark etmiş ki her ikisinin içindeki su aynı kaynağa ait suymuş. Aralarında derin bir iletişim ve yakınlık olmuş bu nedenle. Bu ancak içini boşaltabilenlerin ulaşabileceği derin bir iletişim şekliymiş!*
Kendimizi derin zannediyoruz belki ama genişiz. Maddesel, sanatsal, entelektüel anlamda birçok şeyle doldurabiliriz içimizi. Ancak tüm bunlar bizi derin yapmaz, herkesten bir tane daha yapar; gönlümüzü eğler, hoşça vakit geçirtir sadece. Sahip olma içgüdüsü sadece nesneyle sınırlı olur sanabiliriz. Bilgiye, sanata, bilime, felsefeye yüzeysel bir bakışla, sahiplik ile yaklaşırsak eğer, bizi derinleştirme, inceltme, yüceltme işlevlerini yerine getiremez.
Edindiklerimiz bizi kökene doğru dikey bir şekilde ilerletmiyor ise yatayda salınım yapan bilgili- kültürlü ancak hareket etme imkânından yoksun kibirli obezler yaratabilir. (Obezite: Vücudun tüketebileceğinden ve sindirebileceğinden fazlasını alıp, depolayarak hareket imkânından yoksun kalması. Sindirilemeyen entellektuel bilgi de obeziteye yol açar ve kişiye zarar verir.) Basit ama kritik bir kaç soruyu akılda tutmakta yarar var her zaman: Ne için? Ne adına? Hangi Yöne? Edindiğimiz her tür birikim bizi yüzeyde bir salınım yaptırarak döngüselliğe mi itiyor? Daha köklere yakın ve ilerleme imkânı olan dikey bir insan mı kılıyor? Bizim kuyumuzun ilerleyişi hangi yönde?
*Anonim bir alıntı
Günlerden bir gün yakındaki insan köyünde bir moda çıkmış. Moda şuymuş: İç olana, dış olandan daha fazla özen göstermek. O zaman kuyular şöyle düşünmüş: önemli olan içerik ise o zaman biz de içimize bazı şeyler alalım. Bazıları olabilecek en ihtişamlı eşyalarla doldurmuş. Bazı kuyular romantikmiş sanatsal eserlerle döşemiş içini. Daha entelektüel olansa kitaplarla doldurmuş. Bazı kuyular doğdukları halden memnun olduğundan hiçbir değişiklik yapma ihtiyacını hissetmemiş.
Bir kuyu şöyle düşünmüş daha fazla içimi doldurmak istersem genişlemeliyim. Onu gören başka kuyular da genişlemeye karar vermiş. Her biri o kadar genişlemiş, ağızları birbirine o kadar yaklaşmış ki kimliklerini kaybetmeye başlamışlar. Bu sırada şehrin en ucundaki kuyu da büyümeye karar vermiş. Ancak diğer kuyulardan farklı olarak yatay değil de dikey büyümekmiş niyeti. Ancak derinleşmesi için var olan eşyaları çıkarması gerekmiş. Kuyu içini boşalttıkça daha derine, daha derine inmiş. Bu esnada diğer kuyular içlerini doldurmaya devam ediyormuş. Derine doğru yol alan kuyu en sonunda suya ulaşmış ve o kadar coşkuyla dolmuş ki suyla oynamaya başlamış. İçinden taşan su, etrafında yeşil hayat dolu bir vaha oluşturmuş. Bitkiler boy verince çeşitli hayvanlar da görülmeye başlanmış. Diğer kuyular şaşırmışlar bu işe. O güne kadar içinden su çıkan kuyuyu hiç görmemişler. Bu güzelliğe hayran bir merakla baksalar da içlerini boşaltmaya yanaşan olmamış. Şehrin diğer ucundaki bir kuyu hariç… O da kendini derinleştirdiğinde suya ulaşmış ve etrafını çiçekler sarmış. Şehrin iki ayrı ucundaki kuyu fark etmiş ki her ikisinin içindeki su aynı kaynağa ait suymuş. Aralarında derin bir iletişim ve yakınlık olmuş bu nedenle. Bu ancak içini boşaltabilenlerin ulaşabileceği derin bir iletişim şekliymiş!*
Kendimizi derin zannediyoruz belki ama genişiz. Maddesel, sanatsal, entelektüel anlamda birçok şeyle doldurabiliriz içimizi. Ancak tüm bunlar bizi derin yapmaz, herkesten bir tane daha yapar; gönlümüzü eğler, hoşça vakit geçirtir sadece. Sahip olma içgüdüsü sadece nesneyle sınırlı olur sanabiliriz. Bilgiye, sanata, bilime, felsefeye yüzeysel bir bakışla, sahiplik ile yaklaşırsak eğer, bizi derinleştirme, inceltme, yüceltme işlevlerini yerine getiremez.
Edindiklerimiz bizi kökene doğru dikey bir şekilde ilerletmiyor ise yatayda salınım yapan bilgili- kültürlü ancak hareket etme imkânından yoksun kibirli obezler yaratabilir. (Obezite: Vücudun tüketebileceğinden ve sindirebileceğinden fazlasını alıp, depolayarak hareket imkânından yoksun kalması. Sindirilemeyen entellektuel bilgi de obeziteye yol açar ve kişiye zarar verir.) Basit ama kritik bir kaç soruyu akılda tutmakta yarar var her zaman: Ne için? Ne adına? Hangi Yöne? Edindiğimiz her tür birikim bizi yüzeyde bir salınım yaptırarak döngüselliğe mi itiyor? Daha köklere yakın ve ilerleme imkânı olan dikey bir insan mı kılıyor? Bizim kuyumuzun ilerleyişi hangi yönde?
*Anonim bir alıntı
Facebook Yorum
Yorum Yazın