Çocukluğumuzda, yaşlıların yoksulluğa ve çektikleri sıkıntılara ilişkin anılarını dinlerdik. Anılar sıkıntılara ilişkin de olsa, içinde bulunduğumuz durumun anlatılandan iyi olduğuna sevinirdik. Bir kuruşla alabildiklerini, savaş yıllarında ot tohumları yediklerini anlatırlardı. Şimdi bizde yaşımız ilerledikçe anılarımıza sarılıyor, fırsat buldukça paylaşıyoruz.
Çocukluğumda yaşadıklarımı anlatıyorum zaman zaman, dinleyenler sanki yüzlerce yıl öncesini anlatıyormuşum gibi dinliyorlar. Oysa anlattıklarım bana dün gibi yakın geliyor.
1945’te Nisan ayının sonlarına doğru, Akhisar’ın Büknüş Köyü’nde yoksul, topraksız bir köylü ailesinin dördüncü çocuğu olarak açmışım dünyaya gözlerimi. Benden önce doğan üç kız kardeşimin en çok yaşayanı beş ay yaşayabilmiş. Hepsi de daha bebekken ölmüşler. Kırklı ellili yıllar yoksulluk yıllarıymış. Doktoru ilk kez yatılı askeri okul için sağlık muayenesine gittiğimde gördüm. Tamamı bir odadan ibaret bir evde kalıyorduk. Aynı odada oturur, aynı odada yemek yer, aynı odada yatardık. Tüm yaşam alanımız bir tek odaydı. Yalınayak gezerdik hep. Giydiğim pantolonun yamalar nedeniyle ağırlaştığını, tamamen yamalardan oluştuğunu hatırlıyorum. Sürekli aşağıya kayardı. Bir urgan parçasıyla bağlardım düşmesin diye. Çocukluğumda köyün çocuklarıyla birlikte köyün başına badem taşlamaya gider, taşla düşürdüğümüz bademleri kırıp yerdik. Yine badem taşladığımız bir gün ağaca atılan ve dala çarpan bir taş hızla kafama düştü. Kafamdan aşağıya kanlar akmaya başladı. Çocuklar korkup kaçmışlardı. Yalnız başıma köye geldiğimde kahvenin önünde oturan köylüler koşuşturdular. Akan kanı durdurmak için tütün bastıklarını anımsıyorum. Kan durmuştu ama kafamda aylarca iyileşmeyen saçlarımın tümüyle dökülmesine neden olan yaralar oluşmuştu. Bu nedenle köyde “Kel Mustafa” demeye başladılar.
Tüm yaşıtlarım gibi ben de ilkokula ilk gittiğim gün çok sevinçliydim. Ancak sevincim uzun sürmedi. Öğretmen beni yanına çağırıp “Senin yaşın küçük, sen bu sene okula gelemezsin” dedi. Okula kaydedilmeyişimin nedeninin yaşımın küçüklüğünden değil kafamdaki geçmeyen yaralardan olduğunu anlayamamıştım o gün. Sülük tutmak dahil her şeyi yapmışlardı kafamdaki yaraların iyileşmesi için. Benim adım “Kel Mustafa” ya çıkmadan önce “Malım Mülküm Mustafa”ydı. Onunda bir öyküsü var. Ailemin topraksız yoksul bir köylü ailesi olduğunu söyledim ya, sadece topraksız değillermiş, evleri de yokmuş. Hizmet ettikleri bir ailenin kendilerine verdikleri tek odalı bir evde yaşıyorlarmış. Patronla araları açılınca kapının önünde bulmuşlar kendilerini. Babam kucağına beni almış, annem de beşiğimi yüklenmiş. Ufak tefek eşyaları da bir çuvala doldurmuşlar. Aşağı mahalleden yukarı mahalleye giderken, köylüler “Bakın yeni komşularımız geliyor” demişler. Babam da kucağında tuttuğu beni hoplatarak “İşte malımızla mülkümüzle geliyoruz.” demiş. O günden sonra da adım “ Malım Mülküm Mustafa” olmuş.
Kafamdaki yaralar iyileşince bir yıl gecikmeli olarak okula başlayabildim. Okul yıllarım çok başarılı geçti. Köye her yeni öğretmen geldiğinde babam elimden tutar, beni yeni gelen öğretmene götürür, “ben çobanım, çocuğum çoban olmasın, eti sizin kemiği benim, ne ederseniz edin oğlumu okutun” derdi. Okulumuzda sadece iki öğretmen vardı. Birinci ve ikinci sınıflar bir derslikte, üç, dört ve beşinci sınıflar bir derslikte öğrenim görüyorduk. Birinci ve ikinci sınıfların bulunduğu derslikte öğretmenin işi çıktığında dersleri ben verindim. Beşinci sınıftayken, birinci ikinci hatta üçüncü sınıflara ben öğretmenlik yapardım. İlkokul yıllarına ilişkin çok anı var unutamadığım. İlk şiirimi, ilk öykümü ilkokulda yazdım. İlk tiyatro oyununda ilkokulda oynadım. Çamurdan ilk heykelimi ilkokulda yaptım. Heykel tutkumu şimdi Yeni Manisa’da yaptığım heykellerle sürdürüyorum.
Anılarımızı bizim köklerimiz, zaman zaman paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum ve paylaşıyorum.
Çocukluğumda yaşadıklarımı anlatıyorum zaman zaman, dinleyenler sanki yüzlerce yıl öncesini anlatıyormuşum gibi dinliyorlar. Oysa anlattıklarım bana dün gibi yakın geliyor.
1945’te Nisan ayının sonlarına doğru, Akhisar’ın Büknüş Köyü’nde yoksul, topraksız bir köylü ailesinin dördüncü çocuğu olarak açmışım dünyaya gözlerimi. Benden önce doğan üç kız kardeşimin en çok yaşayanı beş ay yaşayabilmiş. Hepsi de daha bebekken ölmüşler. Kırklı ellili yıllar yoksulluk yıllarıymış. Doktoru ilk kez yatılı askeri okul için sağlık muayenesine gittiğimde gördüm. Tamamı bir odadan ibaret bir evde kalıyorduk. Aynı odada oturur, aynı odada yemek yer, aynı odada yatardık. Tüm yaşam alanımız bir tek odaydı. Yalınayak gezerdik hep. Giydiğim pantolonun yamalar nedeniyle ağırlaştığını, tamamen yamalardan oluştuğunu hatırlıyorum. Sürekli aşağıya kayardı. Bir urgan parçasıyla bağlardım düşmesin diye. Çocukluğumda köyün çocuklarıyla birlikte köyün başına badem taşlamaya gider, taşla düşürdüğümüz bademleri kırıp yerdik. Yine badem taşladığımız bir gün ağaca atılan ve dala çarpan bir taş hızla kafama düştü. Kafamdan aşağıya kanlar akmaya başladı. Çocuklar korkup kaçmışlardı. Yalnız başıma köye geldiğimde kahvenin önünde oturan köylüler koşuşturdular. Akan kanı durdurmak için tütün bastıklarını anımsıyorum. Kan durmuştu ama kafamda aylarca iyileşmeyen saçlarımın tümüyle dökülmesine neden olan yaralar oluşmuştu. Bu nedenle köyde “Kel Mustafa” demeye başladılar.
Tüm yaşıtlarım gibi ben de ilkokula ilk gittiğim gün çok sevinçliydim. Ancak sevincim uzun sürmedi. Öğretmen beni yanına çağırıp “Senin yaşın küçük, sen bu sene okula gelemezsin” dedi. Okula kaydedilmeyişimin nedeninin yaşımın küçüklüğünden değil kafamdaki geçmeyen yaralardan olduğunu anlayamamıştım o gün. Sülük tutmak dahil her şeyi yapmışlardı kafamdaki yaraların iyileşmesi için. Benim adım “Kel Mustafa” ya çıkmadan önce “Malım Mülküm Mustafa”ydı. Onunda bir öyküsü var. Ailemin topraksız yoksul bir köylü ailesi olduğunu söyledim ya, sadece topraksız değillermiş, evleri de yokmuş. Hizmet ettikleri bir ailenin kendilerine verdikleri tek odalı bir evde yaşıyorlarmış. Patronla araları açılınca kapının önünde bulmuşlar kendilerini. Babam kucağına beni almış, annem de beşiğimi yüklenmiş. Ufak tefek eşyaları da bir çuvala doldurmuşlar. Aşağı mahalleden yukarı mahalleye giderken, köylüler “Bakın yeni komşularımız geliyor” demişler. Babam da kucağında tuttuğu beni hoplatarak “İşte malımızla mülkümüzle geliyoruz.” demiş. O günden sonra da adım “ Malım Mülküm Mustafa” olmuş.
Kafamdaki yaralar iyileşince bir yıl gecikmeli olarak okula başlayabildim. Okul yıllarım çok başarılı geçti. Köye her yeni öğretmen geldiğinde babam elimden tutar, beni yeni gelen öğretmene götürür, “ben çobanım, çocuğum çoban olmasın, eti sizin kemiği benim, ne ederseniz edin oğlumu okutun” derdi. Okulumuzda sadece iki öğretmen vardı. Birinci ve ikinci sınıflar bir derslikte, üç, dört ve beşinci sınıflar bir derslikte öğrenim görüyorduk. Birinci ve ikinci sınıfların bulunduğu derslikte öğretmenin işi çıktığında dersleri ben verindim. Beşinci sınıftayken, birinci ikinci hatta üçüncü sınıflara ben öğretmenlik yapardım. İlkokul yıllarına ilişkin çok anı var unutamadığım. İlk şiirimi, ilk öykümü ilkokulda yazdım. İlk tiyatro oyununda ilkokulda oynadım. Çamurdan ilk heykelimi ilkokulda yaptım. Heykel tutkumu şimdi Yeni Manisa’da yaptığım heykellerle sürdürüyorum.
Anılarımızı bizim köklerimiz, zaman zaman paylaşmanın yararlı olduğunu düşünüyorum ve paylaşıyorum.
Facebook Yorum
Yorum Yazın