Somut olarak kitaba dokunmak, kâğıt kokusu, hayal gücünün sınırlarında fikirsel coğrafyalarda gezmek, yolculuklara çıkmak, o yolculuklardan bileceğimi zannedip de cehaletimi öğrenip de dönmek, ama yine de kelimelerin amansız çağrısına uymak, vazgeçilmezim oldu hep. Hani derler ya ıssız bir adaya düşseniz yanınıza ne alırsınız? Çok sık çıktığım uzun yolculuklarda çantamın en baş eşlikçisi oldu kitaplar yıllar yılı. İşyerinde, okulda, yatağımın başucunda olduğu gibi.
Yeni gittiğim işyerimde, elimden düşmeyen kitaplar gören bir iş arkadaşım önce bir süre çekingen gözlerle izledi beni. Sonra sormaya başladı “ Ne okuyorsun? Bu neyi anlatıyor? Bana da getirir misin? Önceleri öylesine bir merak sandım, laf olsun diye sorulan sorular. Ancak gözlerinde parlayan ışık samimi olduğunu anlatıyordu. Kitapların böyle bir yanı vardır. Kendisini seveni ışıtıyor. Her okuduğu kitap sonrasında biraz daha coşkulu biraz daha ışıklı. Bir gün kitaplara sevgi duyan arkadaşımın eşiyle tanıştık. Eşinin, soğuk ve şüpheli bakışları üzerimde. Belli ki eşinin okumasından hoşnut değil, heyecan duymuyor öğrenmeye. Eşini kitaplarla buluşturduğum için, içten içe kızmış bakışlarını üzerimden, eşine çevirerek şöyle dedi: “Okuma! Okuyorsan uygulama, sen de kalsın” Bu sert sözler nerede olduğumuz gerçeği ile bir kez daha çarpıştığım yer oldu. Ülkemizde çok az bir azınlık üniversite mezunuyken, (en son yuzde üçtü. Son durumu bilmiyorum) ayrıca bunlardan da çok azı bu kişi gibi yönetici konuma gelebiliyorken buradaki kişinin yorumu içimi acıtan çok şey anlattı bana.
Şu an neredeler ne yapıyorlar bilmiyorum. O yolcunun ışığı söndü mü? “Cehalet mutluluk getirir” yalancı mitosunu mu izliyorlar, bilmediğim gibi. Ancak, sorgulanması gereken; en az on beş yıllık bir öğrenim insanı nasıl kitapsız kılar? Düşünmek, dönüşmek neden bu kadar korkutur? Onca kutsal kitap, tarih boyunca ışık olmuş onca bilen, defalarca oku, düşün, sorgula derken insan bundan neden kaçar? İnsan neden doğasına bu kadar direnerek acısını tekrarlar? Sorular ve sorular… Nerdeyiz? Kendi kişisel hayatımızın acıları, hataları cehaletimizden, toplumsal hayatımızın, dünyadaki hayatın…Öğrenme-Bilme-Uygulama-Bilginin kendisi olma yollarını yürümeden, ne savaşımız bitecek, ne gözyaşımız.Cevapları duyma ve uygulama sorumluluğundan mı kaçıyoruz bilmem.Sadece bu kötü bu iyi deyip rahat tatminler yeterli mi bizim için?Yeterince kınadığımız zaman bize düşeni yaptık mı sanıyoruz.Belki hepsi belki de hiçbiri.Şu gerçek var ki arkamızı döndüğümüz, kaçtığımız, yüzleşmediğimiz her gerçek hesabını kapatana kadar bizimle.Doğanın yasası ceza değil, telafi ettirmek her daim.Hem kişisel hem topluca ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedel çok büyük kaçtığımız sürece.Tabi her zaman olduğu gibi bir şey yapmayı ya da yapmamayı seçmek, sonuçlarına katlanmak, sonuçlardan bir şey öğrenmek ve değiştirmek ya da kendimizi tekrarlamak bize kalmış.Hep öğrenci kalmış yanımdan sevgilerle…
Yeni gittiğim işyerimde, elimden düşmeyen kitaplar gören bir iş arkadaşım önce bir süre çekingen gözlerle izledi beni. Sonra sormaya başladı “ Ne okuyorsun? Bu neyi anlatıyor? Bana da getirir misin? Önceleri öylesine bir merak sandım, laf olsun diye sorulan sorular. Ancak gözlerinde parlayan ışık samimi olduğunu anlatıyordu. Kitapların böyle bir yanı vardır. Kendisini seveni ışıtıyor. Her okuduğu kitap sonrasında biraz daha coşkulu biraz daha ışıklı. Bir gün kitaplara sevgi duyan arkadaşımın eşiyle tanıştık. Eşinin, soğuk ve şüpheli bakışları üzerimde. Belli ki eşinin okumasından hoşnut değil, heyecan duymuyor öğrenmeye. Eşini kitaplarla buluşturduğum için, içten içe kızmış bakışlarını üzerimden, eşine çevirerek şöyle dedi: “Okuma! Okuyorsan uygulama, sen de kalsın” Bu sert sözler nerede olduğumuz gerçeği ile bir kez daha çarpıştığım yer oldu. Ülkemizde çok az bir azınlık üniversite mezunuyken, (en son yuzde üçtü. Son durumu bilmiyorum) ayrıca bunlardan da çok azı bu kişi gibi yönetici konuma gelebiliyorken buradaki kişinin yorumu içimi acıtan çok şey anlattı bana.
Şu an neredeler ne yapıyorlar bilmiyorum. O yolcunun ışığı söndü mü? “Cehalet mutluluk getirir” yalancı mitosunu mu izliyorlar, bilmediğim gibi. Ancak, sorgulanması gereken; en az on beş yıllık bir öğrenim insanı nasıl kitapsız kılar? Düşünmek, dönüşmek neden bu kadar korkutur? Onca kutsal kitap, tarih boyunca ışık olmuş onca bilen, defalarca oku, düşün, sorgula derken insan bundan neden kaçar? İnsan neden doğasına bu kadar direnerek acısını tekrarlar? Sorular ve sorular… Nerdeyiz? Kendi kişisel hayatımızın acıları, hataları cehaletimizden, toplumsal hayatımızın, dünyadaki hayatın…Öğrenme-Bilme-Uygulama-Bilginin kendisi olma yollarını yürümeden, ne savaşımız bitecek, ne gözyaşımız.Cevapları duyma ve uygulama sorumluluğundan mı kaçıyoruz bilmem.Sadece bu kötü bu iyi deyip rahat tatminler yeterli mi bizim için?Yeterince kınadığımız zaman bize düşeni yaptık mı sanıyoruz.Belki hepsi belki de hiçbiri.Şu gerçek var ki arkamızı döndüğümüz, kaçtığımız, yüzleşmediğimiz her gerçek hesabını kapatana kadar bizimle.Doğanın yasası ceza değil, telafi ettirmek her daim.Hem kişisel hem topluca ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedel çok büyük kaçtığımız sürece.Tabi her zaman olduğu gibi bir şey yapmayı ya da yapmamayı seçmek, sonuçlarına katlanmak, sonuçlardan bir şey öğrenmek ve değiştirmek ya da kendimizi tekrarlamak bize kalmış.Hep öğrenci kalmış yanımdan sevgilerle…
Facebook Yorum
Yorum Yazın