Emel Eva Tokuyan

Emel Eva Tokuyan

Mail: emeltokuyan@gmail.com

SINIRI VE SİNİRİ KORUMAK

Nerede özgürlüğümüz vardır? Nerede sorumluluğumuz? Nerede kendimize adaletsiz davranıp, öz saygımızı çiğneriz? Ve kendimize yaptığımız haksızlık nedeni ile başkalarını sorumlu tutup içerleriz? Bizim gibi özel alan bırakmayan, toplumlarda kişisel sınırları belirlemek ve onu koruyabilmek bir hayli güç.

 

Kime sorsan, çantası biriktirdikleri ve ihlal edilmiş sınırlarının ağırlığı ile dolu. Bilenler demişler ki bir çocuğun üç yaşına kadar sınırlar ile ilgili şu üç konuyu öğrenmesi gerek:

“1.Sevgiyi kaybetme korkusu olmadan başkalarına uygun hayır yanıtı vermek,

 

2.Duygusal olarak başkalarına bağlanma yeteneği geliştirmek ancak öz bilincini ve ayrı olabilme özgürlüğünü yitirmemek,

 

3.Başkalarından gelen hayır yanıtını kabullenmek ve bu nedenle duygusal olarak onlardan uzaklaşmamayı bilmek.”

 

Evet, yanlış okumadınız üç yaşına kadar kazanılması gereken beceriler bunlar. Kendimiz dâhil çevremizdeki birçok yetişkinin bu becerilerde aksayan yönleri de açıkça ortada. Toplumsal hayatımızda işler bu şekilde tıkır tıkır yürümüyor ne yazık ki. Sınırımızın ne olduğu ile ilgili kafamız karışık olduğundan, çiğnendiğinde de ayırt etme ve sağlıklı çözüm bulma yollarını uygulamaya sokamıyoruz.  Örneğin; Birisi sınırımızı çiğnendiğinde belki çekindiğimizden, belki o kişi ile aramızdaki ilişkiyi veya olası bir çıkarı kaybetme korkusundan kendimizi ifade edemiyoruz. Tabi içimizde patlamasın diye ne yapıyoruz? Gidip kendimize yakın gördüğümüz, güvendiğimiz bir kişiye içimizi döküyoruz. İçimizde birikmiş, ifade edilmemiş duyguları dillendirmiş olmanın verdiği rahatlama duygusu bizi idare ediyor, bir sonraki ihlale kadar. Bunun tam adını koymak gerekirse sorunu çözme becerisi değil de dedikodu yapma potansiyelimiz büyüyor.

 

Sınırlarımız ihlale uğramış kişiler olarak farkında bile olmadan,  bunu normal ve hak görerek biz de başkalarının sınırlarını ihlal ediyoruz belki de. Onay, takdir, sevgi görme karşılığında tükeninceye kadar vermek, ardında baskılanmış bir incinmişlik, içerleme ve öfke biriktiriyor. Oysa ihtiyaçlarımızı ve duygularımızı uygun şekillerde ifade edebilmeyi bilmek bizim sorumluluğumuzda. Alma-verme dengesini kurmak çok önemli. Göz ardı ettiğimiz kendimiz de, karşımızdaki kişi de olsa fark etmez, patlama noktası kaçınılmaz oluyor. Çoğunlukla bu son ana kadar gelindiğinde birikmiş her şey taşıyor, yanıt veya çözüm arayışı yerine onarılmaz sert tepkiler ortaya dökülüyor.

 

Önce kendimize dürüst olmak gerekiyor belki de. Kendi fiziksel, duygusal, zihinsel ihtiyaçlarımızın neler olduğunu görmek, verebilme kapasitemizin sınırlarını ilkin kendimize ifade etmek. “–mış gibi yapmak” yaşanmamış bir hayatı beraberinde getiriyor. Oysa gerçekten yaşamak için sağlıklı bir “Ben-cillik” gerek. Sağlıklı bir “Ben” sağlıklı sınırları belirlenmiş, sorumluluğu üstlenebilen bağlar kurar. Uçak kalkmadan anlatılan uyarılarda olduğu gibi “Önce kendi maskenizi, sonra çocuğunuzun maskesini takın” Kendimize kendi sınırlarımıza, ihtiyaçlarımıza ve sorumluluklarımıza sahip çıktığımızda, diğerlerinin de sınırlarına, haklarına özen gösterip, kişiye ait sorumluluğu kişinin kendisine gönül rahatlığı ile teslim edebiliriz. Sınırlarımızı koruduğumuzda, sinirlerimiz de korunmuş olur.

 

Emel Eva Tokuyan

Facebook Yorum

Yorum Yazın